DOĞU AKDENİZ - TARİHİ KİLİKYA YOLU
Akdeniz’de bir Liman kenti Aydıncık “Kelenderis”
Akdeniz kıyısında, Anamur-Silifke arasında, kurulmuş olan Aydıncık’ta (eski Kelenderis) 1974 Ağustos ayında Orman İşletmesinin bahçesinde bir hafriyat sırasında Ptolemaios’lara ait bir hazine tesadüfen bulunmuştur. Geçmişi M.Ö 5.yy kadar uzanan, önce Bizans, sonra Selçuklu ve daha sonra da Osmanlı dönemlerinden 20. yy. başlarına kadar Anadolu anakarası ile Kıbrıs ve oradan Afrika arasındaki deniz ulaşımının önemli bir liman kenti Kelenderis...
Bugünkü Aydıncık, bir zamanlar Gülnar İlçesi’nin merkezi olan Gilindire’nin devamıdır. Çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş olan İlçenin tarihî adı ise Kelenderis’tir. Mitolojiye göre, Kelenderis, denizcilik ve ticarette çok ilerlemiş Fenikelilerden Sandakos tarafından, üç bin yıl önce, bir liman ve ticaret şehri olarak kurulmuştur. Kente daha sonra Hititler, Asurlular, Sisamlılar, Selefkoslar, Mısırlılar, Romalılar, Emeviler, Ermeniler, Karamanoğulları ve Osmanlılar hâkim olmuştur.
Aydıncık’a girdiğimde, limanda bulunan kahvede soluklanmak için mola veriyorum, kazı ekibinin de orada olduğunu fark ediyorum. Hemen sıcak temaslar gelip masalarına davet ediyorlar. Kazı başkanı Mustafa Yalçındağ bana yöre ile ilgili bilgiler veriyor. Hatta kendisinin yazmış olduğu “Aydıncık, Günaydın Kelenderis” adlı kitabını imzalayıp hediye ediyor. Daha fazla bilgi için www.aydincik.com sayfasını ziyaret edebilirsiniz. Bu arada yaptıkları kazı çalışmasında yeni bulmuş oldukları mozaikleri görmeme izin veriyor. Binlerce yıllık tarih anlatımları bu mozaiklerde görülebiliyor. Buraya Han Yıkığı adı verilmektedir. Limana yürüme mesafesinde olan Kilikia medeniyetlerinden kalma yöre halkının dört uzun sütün üzerinde durmasından dolayı “Dörtayak” dedikleri anıt mezara doğru yönleniyorum.
Dörtayak, tarihin derinliklerin güzümüze ulaşan bir yapıttır. M.S. 2. yüzyıl sonlarında yapıldığı sanılan bir anıtmezar. Dört tane fil ayağı olduğu için bu ad verilmiş. Mezar odası açılmadığından, gerçek bir mezar mı ya da ünlü birinin anısına yaptırılan boş mezar mı olduğu henüz bilinmiyor.
“Bir aşk öyküsü de kurgulanmış bu anıtmezar üstüne. Söylenceye göre, yöre kralının güzelliği dillere destan bir kızı varmış. Aynı anda iki damat adayı çıkmış ortaya. Kızın babası eminmiş her ikisinin de kızını mutlu edeceğinden. Yokmuş birbirlerine de üstünlüğü. İşte bu yüzden seçim yapmakta zorlanmış. Çağırmış iki adayı. Birinden Köşk’ten kanal yaparak su getirmesini, diğerinden de Dörtayak’ı yapmasını istemiş. Kim erken bitirirse işini, o alacakmış güzel kızı.
İki namzet başlamış çalışmaya. Günler, aylar, yıllar geçmiş. Su getirmekle görevlendirilen aday, dereleri, tepeleri aşan kanal yapmış, diğeri son sırayı yapacağı zaman suyun şırıltısı duyulmuş Kelenderis’te. Dünya güzelini kaybettiğini anlayan aday, son sıranın ilk taşını koymuş koymasına ama bitirse neye yarayacak, atmış kendini aşağıya. Diğeri de girmiş dünya evine sevdiği ile…”
Kazı ekibi ile sohbet derinleşmiş zaten benim de yol alma kaygım olmadığından vaktimi iyi değerlendiriyorum. Kazı ekibinden Aziz’in tavsiyesi ile Aydıncık- Silifke 20 km’de Büyükeceli sahil köyüne giriyorum. Muhteşem bir sahil ve sessizlik. Kampımı burada kuruyor ve Akdeniz’in sularına kendimi bırakıyorum.
İKİ KOY ARASINDA GİZLENMİŞ BİR KENT “APHRODİSİAS”
Aphrodisias’ı görmek için, Aydıncık-Silifke arasında aşağı yukarı tam ortalarına denk gelen Ovacık’ı geçer geçmez tarihi kent tabelasından orman yoluna saparak dik ve virajlı bir yoldan gidilmektedir. Dağı aştıktan sonraki koyların ve denizin üzerinde inci tanesi gibi dağılmış adaların güzelliklerini seyre doyum olmuyor. Aşağıya indiğimde iki yanı kumsal olan toprak bir yoldan Aphrodisias a ulaşıyorum. Günümüze çok fazla eser kalmasa da görülmeye değer bir coğrafya olarak gözlemliyorum. Hemen karşımızda duran Dana ve Çamlı adaları da tarihi Aphrodisias’ın izlerini barındırmaktadırlar.
KİLİKİA’LI SİLİFKE “SELEUKEİA”
Doğu Akdeniz yolculuğun da kaçıncı günüm şu an bilemiyorum ama göç yolları izinde Göksu deltasına ve Silifke’ye geldim. Silifke Mersin’e bağlı büyük bir ilçedir. Kilikia medeniyeti zamanında ki ismi “Seleukeia” dır.
Silifke, Mersin ilinde doğal gölü bulunan tek ilçedir. Bu göller, Akgöl, Paradeniz dir. Silifke, 105 km' lik kıyı bandı ile Akdeniz'in en güzel kumlu sahilleri ve kirlenmemiş denizine sahiptir. Kıyı ve ovadan 5 km kuzeye doğru 200-300m. yükseklikteki dalgalı araziden sonra başlayan Toroslar kendini göstermeye başlarlar. Silifke’de yaşayan medeniyetlerden çok fazla iz görebilme şansına sahip oluyorum.
Silifke Kalesi; Silifke'ye hakim, 185 m yüksekliğinde bir tepe üzerinde yapılmış olan, bir Ortaçağ kalesi görünümündedir. Etrafı kuru hendekle çevrili oval biçimdeki kalenin içinde kemerli galeriler, su sarnıçları, depolar ve diğer yapı kalıntıları bulunmaktadır. Roma Tapınağı, şehir merkezinde bulunan ve doğu ile güney yanlarındaki sütun tabanlıkları orijinal şekilde korunmuş ve günümüze kadar gelebilmiştir.
Taş Köprü: Şehir merkezinin ortasından geçen Göksu (Kalykadnus) Nehri'nin üzerindedir. M.S. 77 - 78 yıllarında Kilikya Valisi L.Octavius Memor tarafından dönemin imparatoru Vespasianus adına yaptırılmıştır. Selçuklu ve Osmanlılar döneminde de kullanılmıştır.
Meryemlik” Aya Tekla Yer Altı Manastırı”; Taşucu yolu üzerinde 4. Kilometreden sağa dönülüp bir km gidildiğinde Hıristiyanlığın en eski ve en önemli merkezlerinden biri olan Meryemlik'e varılır. Meryemlik'in tarihi Azize Tekla'nın buraya gelişi ile başlar. İsa Peygamber'in havarilerinden St. Paul'ün vaazlarından etkilenen 17 yaşındaki Tekla kendini Hristiyanlık dinine adar. St. Paul'ün bu değerli öğrencisi Konya ve Yalvaç'ta Hıristiyanlığı yaymak için propaganda yaparken paganların baskılarına maruz kalıp, öldürüleceğini öğrenince kaçıp Seleukia'ya gelir ve sonradan kiliseye çevrilen bir mağara da saklanır. Sığındığı mağaradan yöredeki insanlara çok tanrılı dine karşı Hıristiyanlık inancını yayarken mucizeler yaratarak hastaları da iyileştirir. Yine öldürüleceği bir sırada bu mağarada kaybolduğuna inanılır.
Bu mağara daha sonra IV. yy.da kiliseye dönüştürülmüştür. Hıristiyanlığın resmen kabulünden sonraki dönemlerde birçok yapı ile bezenen Meryemlik'te Mağara Kilisesinden başka, bu mağaranın üzerinde bugün sadece apsisinin bir bölümü ayakta kalan Azize Tekla Kilisesi; imparator Zenon tarafından Aya Tekla'ya ithafen yaptırılan kilise ile Kuzey Kilise; hamam, birçok sarnıç, mezarlıklar ve şehir suru kalıntıları günümüze kadar gelmiştir.
KUŞLARIN GÖÇ YOLU GÖKSU DELTASI “KALYKADNUS”
Antik adı Kalykadnus olan Göksu Deltasının tarihte de ayrı bir önemi vardır. Roma - Germen imparatoru Frederik Barbarossa, III. Haçlı Seferi sırasında ordusunun başında Filistin'e giderken Göksu Irmağında boğulmuştur.
Dünyanın en önemli kuş göçü yolu üzerinde bulunan Göksu deltası, Akdeniz’in doğal özelliklerini koruyabilmiş en önemli sulak alanlarından biri olarak, 450 tür olan Türkiye’nin kuşlarından 334 türüne, yine Türkiye’nin 140 ulusal ve uluslar arası öneme sahip kuş türünün 106 türüne; dünya çapında yok olma tehlikesi altında bulunan 24 kuş türünün 12 türüne yaşama, üreme, beslenme ve konaklama imkanı sağlayarak barındırmaktadır.
Göksü Deltasında ayrıca iki büyük göl yer almaktadır. Akgöl ve Paradeniz. Göksu deltasının yolları çok bozuk olmasına rağmen araçlarımız bu yollar için yapıldıklarını bize hatırlatır nitelikte yollarına devam ediyorlar. Bu gezi esnasında sayısız kuş türünü de görmek nasip oluyor.
Silifke’den ayrılma zamanı gelmişti ve rotamı iyice doğuya doğru sahil yönünden ilerleyerek sürdürüyorum. Artık tekrar Toroslar’a çıkma zamanı gelmişti. Sıcak artık nefes alınamayacak kadar artmış ciğerlerime serin havanın girme zamanı gelmişti.
Devam edecek. Rota, Uzuncaburç…
Hepiniz sevgiyle kalın
Melih Eriş
Yorumlar -
Yorum Yaz