MISIR 2
BAŞTAN BAŞA MISIR - 2
KIZILDENİZ KIYILARI Kiraladığımız araçla yola devam ediyoruz. Sina dağı sonrası rotamız Kızıldeniz’in Asya ve Afrika kıyılarını kat ederek Hurghada’ya varmak. Yaklaşık 700 km'lik bir yolculuk olacak. Ama başka türlü de buraları görme imkanımız yok. Yaklaşık 10 km sonra deniz kıyısına ulaşıyoruz ve kuzeye doğru yol alıyoruz. Sol taraf tamamen Kızıldeniz sağ tarafımız ise çöl. Başka bir şey yok. Arada bir bazı irili ufaklı yerleşim merkezlerinden geçiyoruz. Büyük şehirler, Abu Ridies, Abu Zenima, El Grahandal, Ras el-Sudr Kızıldeniz boyunca sıralanmışlar. Bir de denizden çıkarılan petrol için kuleleri yükseliyor denizin ortasında. Bu seferde Asya’dan Afrika’ya geçiyoruz Ahmed Hamdi tünelini kullanarak. Şimdi Süveyş kanalının altından geçerek tekrar Suez şehrine geldik. Güzel öğle yemeği molası sonrasında Kızıldeniz kıyısından bu sefer güneye doğru yol almaya başladık. Bu kıyıda yerleşim alanı çok sıklıkla bulunmuyor. Bazı şehirler, Ain Sukhna, Zafarga, Ras Abu Bakr, ve yol üzerinden biraz içeri saparak St.Antonius ve St.Paulus manastırları da ziyaret edilebilir.
ST. ANTONİUS
Burası manastırcılık geleneğinin başlangıç noktası olmuştur ve Mısır’ın en eski Kopt manastırıdır. Anlatılanlara göre; Antonius tanrıya hizmet etmek için çöle gelir ve dağlara çıkar, müritleri de mezarının olduğu yere bir manastır yapmışlardır. Burası Mısır’ın en büyük manastırı olmasına rağmen 25 keşiş burada yaşamlarını sürdürmektedir.
ST. PAULUS MANASTIRI
Ana yoldan ayrıldıktan sonra kıvrılarak giden bir yolla ulaşabilirsiniz yüksek duvarlar ardına gizlenmiş olan manastıra. Paulus varlık bir aileden olmasına rağmen 16 yaşında Doğu çölüne çekilerek bilinen ilk münzevi olmuştur. Manastırın kuleli uzun surları St. Paulus’un uzun yıllar yaşadığı mağarayı çevreler. Gün batımı resimleri alabilmek için arabayı durdurup iniyoruz. Güneşin çöl üzerinde kayboluşunu karelerimize ekliyoruz ve sonunda Hurghada. Akşam 19.00 oldu ve hava karardı. Otelimizi daha önceden ayarladığımız için hemen yerleşiyoruz.
HURGHADA
Bugünlerde dünyaca ünlü dalış merkezlerinin bulunduğu bir yer Hurghada Burası 90’lı yılların başında küçük bir balıkçı kasabası iken büyük bir değişim geçirerek, bugün 36.000 nüfuslu turistik bir merkez haline gelmiş durumda. Kızıldeniz’in büyüleyici su altı dünyasını görme fırsatı sunan Hurghada’da tüp ve şnorkelle dalış, resifleri izleme olanağı da bulabilirsiniz. 25 km boyunca uzanan sahil şeridinde birçok tatil köyü turistler için hizmet vermektedir. Hurghada’da ucuz konaklamalar için kuzeyde bulunan Ed-dahar birçok seçenek sunarken, güneydeki Sigala lüks ve pahalı olanaklar sunmaktadır.
Denizdeki resiflerin doyasıya manzarasını ıslanmadan izlemek istiyorsanız, Sinbad köyünden denizaltı turları ya da Marine sports club tan cam tabanlı tekne gezilerine katılabilirsiniz. Bizde cam tabanlı tekneye binip resiflere doğru yol aldık. Yaklaşık 1,5 saat süren fakat bu zamanı 5 dakika gibi algılamanıza neden olan su altı yaşamı. İnanılmaz! Daha önceleri televizyon ya da dergilerden görme fırsatım olmuştu resifleri ama şimdi tam burada yanı başındaydım. Seascope denilen teknelerle bir müddet yol aldıktan sonra alt kısma inerek su altı dünyasını izlemeye başlıyorsunuz. Dergilerde görmüş olduğum renkler ve canlılar bir bir geçiyor gözlerimin önünden ve tabi ki cinsleri ve isimleri hakkında hiçbir fikrim yok. Sadece seyretmekle yetiniyorum bu da yetmiyor değil hani. Tekneden indiğimizde ayaklarımız yere basmıyordu sanki tekrar dönüp görmek ister gibiydik. Bu tura katılabilmek için tur acentelerinden bilet almanız gerekmektedir.
Hurghada şirin bir kasaba, oldukça büyük pazarı var. Saatlerce gezebilirsiniz. Akşamüstü otobüsümüz kalkacak. Saat 16.00’da ilk önce Safarga’ya ve sonrasında da Luksor’a doğru yol alacağız.
SAFARGA (BUR SAFACE)
Hurghada'nın 58 km güneyinde olan turistik bir kasaba. Burada da deniz tüm güzelliklerini gözler önüne seriyor. Artık Süveyş körfezi buralarda son bulup Kızıldeniz uçsuz bucaksız gibi görünüyor. Büyük bir liman gözüme ilişiyor ve birçok yük gemileri var. Burada büyük fosfat yatakları bulunuyormuş ve bunun taşımacılığı yapılıyor dış ülkelere. Lüks gemilerde yerlerini almış. Süveyş körfezinden çıkan turist gemilerinin uğrak yeri olmuş Safarga. Ayrıca her gün buradan Suudi Arabistan’a düzenli olarak yolcu taşımacılığı yapan feribotlarda var. Geleneksel gemiler burada yapılıyor. Safarga denizi rüzgar sörfü yapanların buluştuğu bir merkez haline gelmiş. Hatta 1993 yılında dünya şampiyonası burada yapılmış.
LUKSOR (TEB)
Safarga’dan yolumuz çöle doğru sapıyor ve Luksor’a doğru yol almaya başlıyoruz. Yaklaşık 200 km yol alacağız. Muavin otobüste biletlerimizi kesiyor. Gün batımını, yolda giderken güneşin çöl üzerinde kayboluşunu izliyoruz. Otobüs yol alırken ilginç bir olay gerçekleşiyor. Muavin elinde cep telefonuyla gelip, bana “telefonunuz var” diyor. Şaşırıyorum “bana mı?”. Telefondaki şahıs çeşitli sorular soruyor. Nerelisiniz, kaç kişisiniz, nerede kalacaksınız gibi. Biraz sohbetten sonra anlıyorum ki karşıdaki adam organizasyon yapmak istiyor. Sanıyorum bu durumu muavin ayarlamış. Kabul ediyorum ve bizi garajda karşılıyor. Aracı ile bizi Luksor’un meydanında Luksor Tapınağı’na bakan bir otele yerleştiriyor. Hatta ertesi gün gitmeyi planladığımız Abydos ve Dandera ören yeri turlarını da organize ediyor. Horus Otel, manzarası için kalınır burada. Balkondan hemen önümüzde olan Luksor Tapınağı ve Nil manzarasını seyre dalıyoruz ve tabi ki soğuk biralar eşliğinde.
Luksor 400.000 nüfuslu turistik bir şehir. Tarih buralarda çok eskiye dayanıyor. Şimdilerde halk geçimini tamamen turizmden sağlıyor. 1997 yılındaki Hatcepsut Tapınağındaki bombalı (80 kişi yaşamını kaybetmişti) saldırıdan sonra oldukça fazla güvenlik önlemi alınmış. Turistler için her türlü olanak sunuluyor. Luksor’da sıkılmanız imkansız, çünkü çok fazla seçenek ve gezilecek yer var. İster faytona (kurniş) binip şehir turu yapabilir, isterseniz oldukça büyük olan pazarını gezebilir ya da Nil nehrini Felukalarla geçebilirsiniz. Bunların hiçbirini istemiyorsanız o zaman Nil kenarında yürüyüş iyi gelecektir. Nil’de yapılan gemi tur organizasyonlarının birçoğu da Luksor’dan hareket etmektedir.
Baştanbaşa Mısır-1 gezi notlarımda tarihi yerleri detaylı olarak anlattığım için şimdi sadece isimlerini anarak geçiyorum.
Luksor’u Nil nehri iki kısma ayırmış durumda, Batı Teb (Nil’in karşı kıyısı) denilen ölüler şehri ve şimdiki yerleşim yeri olan yaşayanlar şehri. Batı Teb’de Krallar vadisi (mezarlar), Kraliçeler vadisi, Memnon Anıtları, Hatcepsut Tapınağı, II. Ramses Tapınağı, Medinet Habu Tapınağı, Deyrü’l Medine, I.Seti Tapınağı görülmesi gereken yerlerdir. Doğu kıyısında ise, Luksor ve Karnak Tapınakları, Luksor müzesi, Mumyalama müzesi tüm ihtişamı ile halen ziyaretçilerini ağırlamakta.
LUKSOR MÜZESİ
Luksor ve Karnak tapınakları arasında yer alan bu müzede bu civardaki ören yerlerinden çıkarılan eserler sergilenmektedir. Kahire ulusal müzesini gezdiyseniz bu müzedeki eserler oldukça hafif kalmaktadır.
MUMYALAMA MÜZESİ
Nil nehri kenarındaki bu yer altı müzesinde, Krallar ve Kraliçeler vadisinden çıkarılan bazı mumyalar sergilenmektedir. Ayrıca eski Mısırlıların mumyalama işlemlerini anlatan büyüleyici bir sergi bulunmaktadır.
MUMYALAMA İŞLEMİ
Mumyalama işlemi, ölüyü öbür dünyadaki yaşamına hazırlamak için yapılan bir dizi törenden sadece başlangıç olanıdır. Mumyalama işlemi insanların yanı sıra boğa, kedi, timsah gibi hayvanlar içinde kullanılmış. Arapça ve Farsça da “Mumiya” doğada bulunan katran ve bunun karışımlarına denilir. Gerçekte ölünün bedenini konserve edercesine korumak için yapılan “tahnit” işleminde katranın kullanılması, onu mumya ile eş anlamlı yapmıştır. Eski Mısırlılar öldükten sonra dünya var olduğu müddetçe tekrar hayata geleceklerine inanırlardı. İnsan ruhunun ilelebet yaşaması için bu yöntemi uygulamışlardır. Onlara göre bu yöntem vücudu geri döndürmektir. Ölünün bedeni korunmak istenmiş ve bunu yaparken de belirli adımlar izleyerek yapmışlardır. Bu adımların hepsini sırası ile gözden geçirelim.
1-Ölünün vücudu şarap ve baharatla yıkanır, tüm parçalar çürümeden kaldırılır. Burnundan sokulan aletlerle beyin ilk önce boşaltılır. Sonra da göz ve ağız boşlukları yağlı keten tamponlarla doldurulup göz kapakları kapatılır.
2-Vücudun sol tarafı açılarak iç organlar boşaltılır (mide, karaciğer, akciğer ve bağırsaklar). Bunları da Kanopik denilen çömlek vazoların içine koyarlardı. Bu organları da hurma şarabı ve kokulu bitkilerle temizledikten sonra reçine, tarçın, soğan ve kokulu mir ağacı ile karıştırılmış ağaç talaşı içine yerleştirilirdi.
3-Vücut, sağlam kurutulmuş tuzun benzeri olan niton un paketiyle beraber doldurulur, sonra da vücudun açılmış olan yerleri dikilir, natron (sodyum karbonat veya sodyum klorit) ile beraber tamamen örtülür ve eğik biçimde yerleştirilir. Böylece vücudun içindeki tüm sıvılar dışarıya akar. Vücut kuru halde mumyalanmış olmalıdır. Bu madde içinde 40 ile 70 gün bekletilirdi. Bir çeşit insan salamurası olan bu işlemin sonunda eller göğüste veya karın üzerinde birleştirilerek yatar duruma getirilir ve kurutulurdu. Çıkan tüm parçalarda sonra 4 bölmeli bir sandığa konularak yanına gömülürdü.
4-Vücut bu süre zamanında tamamen kurur ve büzülür, vücudun içi dışı güzel kokulu baharatlarla yıkanır.
5-Mumyanın başı ve vücudu yağın içindeki keten kumaşla sımsıkı paketlenir, böylelikle Mısırlılar mumyaladıkları kişilerin hayattaki halini yeniden elde etmek isterler. Mumya altın kolye, mücevherat, yüzük ve bileziklerle birlikte kapatılırdı.
6-Tüm vücut kefen, kenarlık ve keten kumaşın şeridiyle örtülür. Mumya orijinal büyüklüğüne ve hacmine dönene kadar yapılır. Bu çok karışık bir iştir ve bir hafta gibi uzun bir zaman alır.
7-Sarma işi bittikten sonra, mumyanın başı ruhunu tanıyana emin olana kadar bir portre maskesiyle örtülür. Maskelenmiş mumya yaldızlanmış tahta tabutun içine yerleştirilir ve sarcophogusun içine konulur.
ABYDOS
Luksor’da sabah kahvaltı sonrası tur acentesinin ayarlamış olduğu minibüs bizi almaya geliyor. Abydos ve Dandera ya ulaşım için ya tur şirketinden minibüs ayarlayacaksınız ya da özel taksi tutacaksınız. Bu bölgeye münferit dolmuş ya da otobüsle gitme şansınız yok. Çok sıkı güvenlik önlemleri nedeni ile turistleri bu bölgeye yalnız bırakmıyorlar. Sabah saat 08.00 de turların buluşup hep birlikte konvoy düzeninde hareket edeceğimiz noktaya gidiyoruz. Oldukça fazla araç var otobüsler, minibüsler, taksiler. Birçok insan bu tarihi görmek için tek yürek olmuş, yüzler gülüyor. Konvoy yola çıkmaya hazır. Konvoyun önünde ortasında ve sonunda polis eşliğinde hareket ediyoruz. Abydos, yaklaşık Luksor’un 215 km kadar kuzeyinde kalıyor. Yolda durmak yok, sürekli akan bir trafikle yol alıyoruz. Kasaba, şehir, köy girişleri konvoyun geçmesi için kapatılmış. Bu yol boyunca hiç durmadan ve belirli bir hız düzeyinde gidiyoruz. Zaman zaman Nil nehri bütün edasıyla yanımızda beliriyor, bazen de alabildiğince ekili alanlar ve her zamanki gibi çöl görüntüleri, insan manzaraları takılıyor gözümüze. Üç saatlik bir yolculuk sonrası varıyoruz Abydos’a. Özel park yerine alınıyor tüm konvoydaki araçlar.
Abydos, bir zamanlar antik mezarları, gölleri ve Osiris Tapınağı gibi önemli tapınakları olan fakat şimdilerde küçük bir kasaba olarak göze çarpıyor. Bizi buraya getiren olgu ise Mısır tarihinde önemli bir yere sahip olması ve bazı tarihi şaheserlerin halen varlığını koruması idi. Eski Mısır döneminde Ölüler Tanrısı Osiris’in kült merkezi olmuş ve firavunlar döneminde Mısır kentleri arasında en kutsal olanı konumuna gelmiş. Eski Mısırlıların hac merkezi olmuş bir zamanlar Abydos. Hacı olan eski Mısırlılar Abydos’da gömülmeyi arzu ederlermiş.
Abydos’da 19. sülale zamanında I.Seti’nin (II. Ramses’in babası) hükümdarlığı sırasında inşa edilen Anıt tapınağı (M.Ö.1294-1279) Tanrı Osiris’e adanmıştır. Osiris’in bu tapınağa gömüldüğü sanılmaktadır. Mısır’daki sağlam kalmış tapınaklardan biridir. Tamamen beyaz kireç taşından yapılan tapınakta duvarlara işlenmiş olan kabartmaların halen renklerini koruyor olması bu tapınağın iyi korunduğu göstermektedir. İlgi çekici hiyeroglifler görülmeye değerdir.
Mısır’a her geldiğimde tanrılar kavramı hep kafamı kurcalamış ama sonunda bu sistemi çözdüğümü sanıyorum. I.Seti Anıt tapınağı içine kendisini de tanrılaştırarak ve altı ayrı tanrıya (Ptah, Ra-Horakti, Amon, Osiris, İsis ve Horus) da adanmış heykeller ve barkalar yaptırmış. Günümüzde heykeller olmasa da odalardaki hiyerogliflerden anlamlarını çıkartabilmekteyiz. Bu odacıklar görülmeye değer. Tapınağın arka kapısından dışarı çıktığımızda Osiris’in kısmen sular altında kalmış mezar kompleksini görebiliyoruz. Oradaki görevli tepenin arkasında da II. Ramses’in yaptırdığı bir tapınak olduğunu işaret ederek bizi yönlendiriyor. Abydos’u gezmemiz için iki saatlik bir aman dilimi vermişlerdi ve o da doldu. Araçlarımıza doğru yol alırken son kez arkama dönüp bakıyorum ve bu Tanrılar her kimse onları saygıyla anıyorum. Beni tekrar tekrar Mısır’a getirdikleri ve gezdirdikleri için.
DANDERA
Abydos’tan yönümüzü Luksor’a doğru çevirip yol üzerinde bulunan Dandera Tapınağına uğrayacağız. Yaklaşık 155 km Abydos’tan. Geldiğimiz yol güzergahından aynen geri dönüyoruz. Biraz kestirmeyi tercih ediyorum. Uyandığımda Qena şehrine yaklaşmış olduğumuzu yol tabelalarından anlıyorum. Dandera tapınağı Qena şehrine 3 km mesafede ve buraya da konvoy olarak geliyoruz. Bu şehir ile bazı yerlerde gözüme çarpan haberler olmuştu. Dini açıdan etnik bir bölge ve yabancılara pek sıcak bakmıyorlar. Qena’yı kendi haline bırakıp tapınak yoluna saptık bile. Çölün ortasında devasa bir tapınak, sanki yeni inşa edilmiş gibi dimdik ayakta ziyaretçilerini bekliyor. Dandera tapınağı 19.yüzyıla kadar kumlar altında kalmış ve bu yüzden çok fazla yıpranmamıştır. Fakat mimari üzerindeki kabartmalardaki renkler kaybolmuştur. Bu tapınak eski Mısır zamanında aşk, eğlence ve zevk Tanrıçası Hathor’a adanmıştır. Hathor, zevk ve aşk tanrıçasıydı, Horus’un sütannesi ve aşığıydı. Horus’la birleşebilmesi için her yıl bir barka içinde İdfu’ya taşınırdı (Horus’un tapınağı İdfu’da). Bunu, kutsal birleşmeyi Esirme şenliği izlerdi. Hathor’un heykeli yeni yıl gününde tapınağın süslemeli batı merdiveninden çatıdaki açık hava köşküne taşınır, orada güneş tarafından yeniden canlandırılırdı. Hatta antlılarda, Tanrıça Hothor’un Tanrı Horus’tan olma oğlu İhi’yi bu tapınakta doğurduğu anlatılır. Romalılar ve Yunanlılar döneminde de çeşitli eklemeler yapılarak tapınak kompleksi büyütülmüştür. Tapınak görülmeye değer niteliktedir, bugüne kadar Mısır’da gördüğüm tapınakların en sağlamıdır.
Luksor’a doğru dönüş yolculuğuna başladığımızda saatimiz 16.30’u gösteriyordu. Bir saat sonra Luksor’a varmıştık. Karınlar acıkmıştı, tüm gün nerede ise hiçbir şey yememiştik ama ruhsal ve zihinsel olarak beslenmiştik. Turistik bir restoranda keyifli bir yemek sonrası birazda Luksor çarşısını gezdik ve hemen odalarımızın balkonuna biralarımızı da alarak manzara için yerleştik ve bira, sohbet, biraz seyir ve sonrasında da uyku güzel geldi.
İSNA
Luksor’da bugün son günümüz akşam trenle Kahire’ye gideceğiz. Sabahtan bir taksi kiralayarak Luksor’un 54km güneyine Nil boyunca yolculuk yaparak İsna kasabasına varıyoruz. Tarım kasabası olan İsna, Tanrı Khnum Tapınağı ile tanınır. İsna’dan birçok kereler gemi yolculuğu esnasında geçmiştim fakat uğrama fırsatım olmamıştı. Bu sefer değerlendiriyorum.
Nil taşkınları zamanla tapınak kompleksini alüvyon ve çamur katmanları ile kaplamış, bugünkü İsna kasabası da bunun üzerine kurulmuştur. 1860 yılında başlayan kazı çalışmaları sonucunda tapınağın bir kısmı ve giriş salonu ortaya çıkarılabilmiştir. Bu iyi korunmuş salon günümüzde kasaba merkezinin ortasında, evlerin seviyesinin 10m altında kazılmış ve açılmış alan içinde durmaktadır. Büyük 24 sütundan oluşan salonun çatısındaki kabartmalarda burç sistemlerinin anlatımları göze çarpmaktadır. Bu figürler renklerini koruyabilmiştir. Ayrıca koç başlı tanrı Khnum’a adanmış bir çok hiyeroglif anlatım duvarlara kazılmıştır. Tanrı Khnum Nil’in çamurundan ve suyundan insana yeniden güç veren yaratıcı tanrı olarak bilinir. Tapınak sonrası ara sokaklara dalarak kasabayı dolaşıp fotoğraf çekmek istiyoruz. İlginç sokak manzaraları, kiliseler, camiler, satıcılar, yol olmayan yollar bir de ufak çarşısı karelerimize takılıyor.
İsna’dan yolu güneye doğru Nil boyunca devam ederseniz İdfu, Komombo, Aswan’a kadar inebilirsiniz. Buraları daha önce ziyaret ettiğim için öğleden sonra tekrar Luksor’dayız. Buradayken ve zaman da varken, Karnak tapınağına doğru bir fayton kiralayarak yol almaya başlıyoruz. Faytoncu arap müziği eşliğinde dört nala getiriyor Karnak Tapınağına. Karnak Tapınağını defalarca görmeme rağmen her seferinde ayrı bir heyecan yaşatıyor bana. Koca sütunların arasında kaybolmak en çok zevk aldığım kısmı. Evet KARNAK…
KAHİRE
Gece 10 saatlik bir tren yolculuğu sonrası tekrar Kahire’deyiz. Tren oldukça konforlu, altı kişilik kompartımanda yerlerimizi alıyoruz. İki koltuk boş, üçümüz bir de Belçikalı bir kadın var. Koltuklar rahat olduğu için uyumak hiç zor olmuyor. Kahire’de geçirecek iki günümüz var, hemen alternatifleri gözden geçiriyoruz. İskenderiye ya da Fayyum seçenekler arasında yer alıyor. İskenderiye seçimi yapılıyor.
İSKENDERİYE (ALEXANDRİA)
Akdeniz kıyısı boyunca 20 km kadar uzanan İskenderiye, Mısır’ın ikinci büyük kentidir. Kahire’den 1. sınıf trenle yolculuk 3 saat ve konforlu olarak alınabiliyor. Bu şehrin tarihi oldukça eskilere dayanır ve anlatacak birçok da anısı. Savaşlar, aşklar, yedinci harika, kütüphane, zenginlikler kenti İskenderiye. M.Ö 332’de Büyük İskender tarafından kurulan şehir, 4 yy da Roma imparatorluğuna baş gösterecek güce ve kuvvete ulaşmış. Daha sonra Osmanlılar zamanında kent bir liman şehri olarak ün kazanmış. İskenderiye’nin eski görkeminden geriye pek az şey kalmış olsa da o eski parlak günlerini işaret eden izleri halen bulmak mümkün İskenderiye sokaklarında.
İskenderiye sokaklarını gezmeye başladığımızda, ilk olarak görmek istediğimiz ve hafızlarda kalmış ve fakat bugün yerinde olmadığını bildiğimiz dünyanın yedi harikasından biri olan İskenderiye fenerinin yerine ulaşmak. Şimdilerde burada fenerden yıkılmış taşlarında kullanıldığı 1480 yılında yapılan ve denizin ortasında korumacı bir kimliği ile duran Kayıtbay Kalesi yer almaktadır. Kalenin içinde bir cami ve deniz müzesi yer almaktadır. Kaleye şöyle bir çıkıp muhteşem İskenderiye manzarasını hafızalarınıza kazıyabilirsiniz. Şehrin merkezine doğru ilerlemeye başladıkça deniz kıyısında yer alan Midan Saad Zaghul meydanına varıyorsunuz. Burası tarihte önemli antik yerleşim yeri iken bugünlerde hiçbir eseri kalmamıştır. Kraliçe Cleopatra zamanında dikilen heybetli dikilitaşlarda (bunlara Cleopatra’nın incileri deniyor) bugün birisi Londra’da ve bir diğeri de Newyork da sergilenmektedir. Şimdi bu meydanın etrafı oteller alışveriş merkezleri ve çeşitli kafe restoranlarla kuşatılmıştır.
Okullarda öğrendiğimiz bir bilgi vardı, İskenderiye Kütüphanesi yakılmıştı, yıkılmıştı. 1000 yıllık tarih yok edilmişti. Belki de bugün insanlığın içine girmiş olduğu iniş dönemi yaşanmayacaktı. Yaşama dair bilgiler kaybolmuştu. Aradan onca zaman geçmiş ve kütüphane 2002 tarihinde yeniden açılarak hizmete sokulmuştur. Bugünkü mimarisi ile ilginç bir görünüm vermektedir. Aswan’dan getirilen granit taşlardan kaplanmış olan dış cephe, dünya alfabelerinden harflerle süslenmiştir. Kütüphane iki bin kişi kapasiteli ve 8 milyon cilt kitap bulunmaktadır. Buyurun bilgilenmeye… Roma tiyatrosu, şehrin göbeği Kavmü’l Dikka’da, bina yapımı için kazılan bir yerde bulunan bu ufak tiyatro Roma-Yunan dönemine aittir. İskenderiye de şehrin tam göbeğinde kalan Yunan-Roma müzesi görülmeye değerdir. Eski Mısır, klasik dönem ve Hıristiyan kültüründen parçalardan oluşan dev koleksiyon da 40.000 kadar parça sergilenmektedir. Kentin güneyine doğru yürüdükçe kulağımıza tanıdık gelen Pompeius sütunu karşımıza çıkıyor. Granit taştan 27 m. yüksekliğindeki sütun, sanki bir şeyler söylemek istercesine dimdik ayakta yıllara meydan okuyarak durmuş. Üzerinde de bir alıntı var:
İmparator Diocletianus için: “İmparatorların en adili, İskenderiye’nin ilahi koruyucusu yenilmez Diocletianus”. Mısır valisi Postumus yazılıdır.
İskenderiye’de belki birkaç gün daha geçirip farklı yerler gezilebilir. İzmir’in kordonunu andıran bir yapısı İskenderiye’nin.
Tekrar Kahire’deyiz. Piramitleri tekrar ziyaret ediyoruz, görmemişin oğlu gibi. Artık suyunu çıkardık her halde piramitlerin. Benden söylemesi yanımdaki arkadaşımın ifadesi “yedi gün için Kahire’ye gelir yedi günde de piramitlere gelirim” diyor. İşte böylesi bir yer. Alışveriş işini son güne bırakmıştık. Doğru Khan el-halili pazarına.
KHAN EL HALİLİ (HANÜ’L HALİLİ)
1382 yılında yapılan bu çarşı Ortadoğu’nun en büyük pazarlarından biridir. Altın, gümüş, bakır, pirinç eşyalar, heykeller, otantik giyim kuşam, yöresel hediyelik eşyalar ve çuval çuval egzotik kokularıyla baharatlar havayı keskin kokularıyla doldururla Khan el-Halili’de. Çarşı, vikala denilen birkaç hanın çevresinde gelişmiştir. Turistler tarafından sık ziyaret edilen bir çarşı kimliğindedir. Biz de turist değil miyiz ve geldik. Aman dikkat hangi dükkana girerseniz girin pazarlık muhakkak yapın. Tek bilemediğim ya da bildiğim bir şey var Mısır’da, “hiçbir şeyin geçek fiyatını bilmediğim ve bunu da bildiğim.”
Bir gezimin daha sonuna geliyorum ve heyecanlıyım bir sonrası başlayacak.
Hepiniz sevgiyle kalın.
Melih Eriş
Yorumlar -
Yorum Yaz