• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Giza Piramitleri
    • Mısır
    • Machupicchu
    • Peru
    • Perito Moreno Buzulu - Patagonya
    • Arjantin
    • Taman Negara
    • Malezya
    • Amazonlar
    • Güney Amerika
    • Kukulkan Piramidi
    • Meksika
    • Java Adası
    • Endonezya
    • Mui Ne
    • Vietnam
    • Annapurna Ana Kamp
    • Himalayalar, Nepal
    • Ha Long Bay
    • Vietnam
    • Uyuni Tuz Çölü
    • Bolivya
    • Batu Cave
    • Malezya
    • Boracay
    • Filipinler Boracay
    • Sky Mirror
    • Malezya



İnsan kısa sürede neleri keşfedebilir? Yol aldıkça kendini, kültürünü, unuttuklarını,

belki de sadece
keşfetmenin hazzını...


Eğer kendini arıyorsan yönünü dağlara çevir, dağlarda gözlerini kapat, kulaklarınla
gör. Ağaçların fısıltılarını, böceklerin seslerini dinle. Binlerce yıllık uygarlıkların izini sür.
Keşif yolculuğu için yoldan çıkmaya hazır ol!
 Melih Eriş

.................................................
GEZİ YAZILARIM
MELİH ERİŞ REHBERLİĞİNDE GEZİLER
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi17
Bugün Toplam152
Toplam Ziyaret378839

KUZEY EGE -4

KUZEY EGE - 4

 

Sokakağzı’ndan ayrılıp tekrar ana yola bağlandıktan sonra, Babakale (Lekton)’ye doğru yol almaya çalışıyorum. Sahil şeridinden uzaklaşan yol denizi tepeden gören bir noktadan Midilli manzarası ile devam ediyor. Bir müddet sonra yol içe doğru kıvrım yaparak deniz görünmez oluyor. Yaklaşık 22 km sonra Babakale sapağına varıyorum. Yol boyunca zeytinlikler ve bağ, bahçeler eşlik ediyor yoluma.

Babakale (Lekton / Lektos)

Sapaktan sonra 9 km denize doğru kıvrılan dar bir yolla Asya kıtasının en ucu, Ege ve Marmara’nın birbirine sınır kapısı olan iniyorum Babakale’ye. Mezarlığın üzerinden geçen yoldan tam karşınızda duran Midilli adasının seyrine doyum olmuyor  ya da ben öyle hissediyorum (uzaklığı sadece 4 mil). Ağır ağır tekrar yol almaya başlıyorum. Beni ilk karşılayan, köy meydanında tepeye hakim bir mevkide konuşlanmış olan 2005 model Babakale Kalesi oluyor. Tadilat geçirmiş, ama eski dokusundan hiçbir eser kalmamış. Kale ile ilgili bilgileri ve tarihçesini kale üzerinde yer alan panodan takip ediyorum. Buram buram tarih kokan bu sevimli balıkçı köyü Babakale gözden uzak, alabildiğince sakin, dinlendirici ve tertemiz havasıyla Asya Kıtası'nın batıdaki en uç noktası. Köyün zeytin ve çınar ağaçları huzur verici ve dinlendirici bir ortam sunmakta bu şirin köyde.  Kale, çeşme, su yolları ve cami günümüze kadar gelebilen eserler arasında. Ege ile Marmara’nın ayrıldığı bu sınırda güneşin denize batışı ise doyulmaz güzellikte. Bir zamanlar Osmanlı balıkçı barınağını andıran ufak bir limanı var ve sıra sıra dizilmişler balıkçı tekneleri liman içinde. Kuzey Ege Denizi manzaralı tepelerden, Ak Liman çevresini açık havalarda Bozcaada ve dokuz mil ötedeki Midilli’nin yapılarını bile görmek mümkün olabiliyor.   

Sahil şeridinde bulunan Ak Liman koyu ise denize girmek için en güzel yer. Yüz metresi sığ olan sahilin güzel ince kumlu plajı var.

Eski bir korsan yatağı olduğu anlatılan köye bir deniz seyahati sırasında fırtına çıkınca sığınan Sultan III. Ahmet’in etrafını saran köylüler şikayette bulunmuşlar. Sultan korsanlardan bıkıp usanan köylülerin dertleri ile ilgilenmesi için veziri İbrahim Paşa’ya buyruk vermiş. Paşa da damadı olan Kaptan-ı Derya Mustafa Paşa’yı görevlendirmiş. Çıkarılan fermanda yurdun dört bir yanındaki mahkumların Bababurnu’nda çalışmaları halinde serbest kalacakları duyurulmuş. Mahkum işçiler canla başla çalışıp kaleyi yapmışlar. Çeşme için 5 km. öteden künk döşeyip su getirmişler. Limanın inşaatına başlamışlar ki Mustafa Paşa Patrona Halil isyanında öldürülmüş. Liman da yarıda kalmış. Çok sonraları yeniden yapıma başlanmış ve bugünkü halini almış.   

Köy balıkçılık yanında ayakkabıcılık ve bıçakçılıkla geçiniyor. Son yıllarda bunlara biraz da turizm eklenmiş. Bıçakçılığın geçmişi çok eskilere dayanıyor. Altı kuşaktır bıçakçılık yapan aileler var. Malzemeleri otomobil makasından aldıkları çelik. Keçi boynuzundan sap, kavak ağacından kın yapıyorlar. Bıçaklar kullanışlı ve çok keskin. Aman dikkat!

“Lektos burnundan fırladılar denizden, vardılar canavarlar anası çok pınarlı İda’ya” İlyada-Homeros

Zamanında böyle tasvir etmiş şiirlerinde Homeros Babakale’yi.

Gülpınar (Chryse)

Kuzey Ege kıyıları boyunca yol da daha nelerle karşılaşacaktım acaba? Bu tip gezilerimin en heyecan verici noktası bu zaten. Bilmediğim yollarda ve rotalarda dolaşmak. Ana yola çıktıktan sonra Gülpınar’ doğru rotamı çeviriyorum. Dar, virajlı denizi yüksekten gören manzaralı bir yoldan ilerliyoruz. Kısa bir süre sonra Gülpınar’a varıyorum.

Doğal ve tarihi güzelliği ile hemen içinizde hoş bir izlenim bırakan sevimli bir köy. Köyün içinden geçerek, dik bir sapaktan aşağıya kıvrılan yolla tarihi doku olan Apollon Smintheus Tapınağına varıyorum. Kazı çalışmalarının devam ettiği tapınaktan çıkarılan parçalar, hemen sit alanı içinde oluşturulmuş bir müzede sergilenmektedir.

Homeros'un İlyada Destanı'nda adı geçen Chryse kenti; Gülpınar’dadır. Troialılar ve Akhalar arasında, güzel Helena uğruna yapılan ve on yıl süren savaş anlatılırken, Chryse kentinden sık sık bahsedilir. Chryse antik kentinin kalıntıları arasında, Apollon Smintheus Tapınağı, Roma Hamamı, kentin su altı yapısı ve diğer Bizans yapıları bulunmaktadır. Tapınak 1785 yılında Fransız arkeolog oradan geçerken tapınağın toprak üzerinde kalan kısımlarını görmüş ve arkeoloji dünyasına kazandıran ilk isim olmuş.1866 yılında yapılan ilk kazılardan sonra da tapınak 100 yıl boyunca unutulmuş.1966 yılında tekrar hatırlanıp kazılara başlamışlar ve halen devam etmektedir.

Kestanbol Kaplıcaları-Yeditaşlar: Gülpınar’dan biraz uzaklaştıktan sonra yol üzerinde bulunan Tuzla kaplıcalarından geçiyor yolum. Tavaklı İskelesi köyünde mola vermek için duruyorum. Tavaklı’da da ağaçların serinliğine sığınmış deniz manzaralı lokantalar, çay bahçeleri bulabilirsiniz. Tavaklı’da Kolonia antik yerleşim yeri var ama çok fazla kalıntı olmadığı için yoluma devam ediyorum.

Yaklaşık 10 km sonra Kestanbol Kaplıcaları’ndan geçiyor yolum. Buranın ismini daha önce çeşitli kaynaklardan duymuştum. Hemen yolun kenarında kurulmuş olan bir tesisin arka tarafında kaldığı için aracımdan inip kaplıcalara elimi sokmak ve dokunmak için yol aldığımda, karşıma bir görevli çıkıyor. Görmek istediğimi belirtmeme rağmen ters bir edayla “burası özel bir işletme kalacaksanız girebilirsiniz” diyor. Bu adam Ege kıyılarına nereden gelmiş ve Ege insanını küçük düşürücü bir tavır takınıyordu. Üzücü bir durumdu, kaplıcaları göremedim ama Kestanbol ile ilgili bilgileri de aktarmadan geçmeyeceğim.

Kestanbol kaplıcaları, Troas antik kentinin hamamları olarak kullanılmış olmalı. Bir faydan sızarak yeryüzüne çıkan yüksek radyoaktiviteli termal suyun sıcaklığı 67-68. Tarihi Kaplıca üzerinde 150 odalı bir otel yer alıyor. Odalarında kaplıca suyu kullanılıyor ve iki de havuzu bulunuyor otelin. Kaplıca suyunun romatizma, siyatik, kireçlenme, kalp, cilt rahatsızlıkları, kemik ve kısırlığa iyi geldiği söyleniyor. 

Buralara kadar gelmişken Kestanbol (Ulubey) Köyü’ne gidip oradan da Koçali köyüne geçiyorum. Burada Yeditaşlar denilen bir taş ocağı olacaktı. Kocaali köyünden 1.5 km uzaklıkta granit kayaların çevrelediği gizli taş ocağını görmenizi tavsiye ederim. Bu taş sütunlar Dalyan İskelesinden Roma İmparatorluğun çeşitli yerlerine sevk ediliyorlardı. Halen, imal edilmiş ve sevk edilmemiş halde kalanlardan yedi tanesi ocakta bulunmaktadır.160 cm genişliğinde 12 m uzunluğundaki her sütun yaklaşık 60 ton ağırlılığındadır. Bu taşların nakledilmesindeki inanılmazlık yöreyi ilginç hale getirilmektedir. Ey güzel memleketim, ey güzel Ege’m daha neler gösterecektin bana!

Biga Yarımadası (Dalyan/Alexandria Troas-Neandria-Odun İskelesi)

Kuzey Ege’den Marmara Bölgesine geçmeme rağmen Ege Denizi sahil yolu boyunca eşlik etmeye devam ediyor. Yol üzerinde antik kent tabelaları iyice sıklaşmaya başlamıştı. Biga Yarımadasında belli ki çok fazla tarihi geçmiş yaşanmıştı. Bu bölgede iki antik kent tarih sevenleri keşfedilmek için bağırlarına basmak için sakin ve huzurlu bir şekilde bu ıssız yollarda beklemektedirler.

Neandria, Kayacı köyü yakınında Çığrı dağındadır. Antik kenti çevreleyen surlar 3m. kalınlıkta ve 3200m.uzunluktadır. Yerleşim yerinin surları ve kuleleri çok ilginçtir. Kulelerin bir kısmı MÖ 5.yy bir kısmı da M.Ö. 4.yy da yapılmıştır. Yazılı kaynaklar tapınağın güney doğusunda  Apollon’nun bir heykelinin bulunduğunu bildirmektedir, Şimdilerde ise yeşil bir alan olarak beni karşılamaktadır.

Alexandria Troas (Dalyan): ana yolla buluştuğum Körüktaşı köyünden başlayan kalıntılar Dalyan köyüne kadar uzanmaktadır. Yaklaşık 13 kmlik bir alana yayılmış olan bu antik kent, insanı hayrete düşürecek bir büyüklüktedir. Nasıl olmuştu da buraları daha önce bilememiştim?  

Kuzey Ege yolculuğum insanı hayrete düşürecek güzellikler sunmaya devam ediyordu. Yol boyunca devam eden tarihi kalıntılar eşliğinde Dalyan köyüne varıyorum. Dalyan köyüne gelmeden yol üzerinde ki yazlık yapılaşma dikkatimi çekiyor. Tek katlı müstakil evler zeytin ağaçlarının arasında kendini gösteriyor. Dalyan köyüne girerken dar bir cadde ve evlerin arsından sahile inilebiliyor. Aman dikkat her an araç çıkabilir! Hava artık akşam saatlerine yaklaşmaya başlamıştı, antik kent gezisini ve Bozcaada planını yarına bıraktım. Deniz kenarındaki köyün meydanında aracımı bıraktıktan sonra Dalyan kumsalına doğru yol alıyorum. Tam karşımda Bozcada tüm heybetiyle akşam ışıklarını yakarak selamlıyor. Bilinen meşhur Dalyan’ın dışında ayrı bir Dalyan’dayım. Burayı meşhur etmeye gerek yok. Bu sakinlik içime, ruhuma işliyor. Alabildiğinde tarihle iç içe uzayıp giden kumsal boyunca yürüyorum. Her bastığım taşta kayada tarihin izlerini görebiliyorsunuz. Masmavi pırıl bir deniz, tarihi kalıntılar ve kum tepecikleri arasında kayıp gidiyorum, sanki unutulmuş bir cennetteyim. Dalyan gerçekten saklı kalmış ve birçok insanın bilmediği bir yer. O gece kum tepeleri arasında çadırımı kurup, ateşimi yakıyor ve tarihin getirmiş olduğu mistikliği sabaha bırakıp hafif bir meltem esintisinde uykuya dalıyorum. Burada olmanın keyfini çıkarıyorum. Rüzgarın Bozcada’dan getirmiş olduğu sesleri işitmeniz mümkün oluyor. Gökyüzünden sanki kelimeler, müzikler yağıyor. İyi geceler Dalyan….

Sabah erken saatlerde kalkıp, tarihi doku üzerinde yürümek iyi geliyor. Her taşa bastıkça buranın gerçekten büyük bir yerleşim yeri olduğunu anlamak mümkün. Halen denizin içinde sütunların kalıntıları gözlemliyorum. 

Kilometrelerce uzunlukta bir kumsal, sit alanı olduğundan burada yapılaşma olmaması büyük şans! Sahil kısmını biraz temizliğe ihtiyacı var. Açıktan geçen gemilerin çöp artıkları sahile vurmuş ve tarihi dokuyla bütünleşmişler artık! Sırada antik Troas kenti var. Geniş bir alana yayıldığı için sadece ayakta kalan yapıları ziyaret ediyorum. Palamut ağaçları arasında taşlık alanlardan geçerek hamamlar, surlar ve tiyatroyu keyifle gözlemliyorum. 

Alexsandra Troas antik kenti, Troas M.Ö. 310 yılında bir kaplıca kenti olarak Antigonas tarafından kurulmuş. Güneş ışınları da en az burada zarar veriyormuş insana, yapılan araştırmalara göre.

Yola çıktıktan sonra 5 kmlik mesafede olan Odun İskelesine varıyorum. Burası altın kumları ile unutulmuş bir yer. Ufak bir köy ve her gün buradan Bozcaada’ya motor seferleri düzenleniyor. Taşın toprağın evlerle dolmadığı sahillerden geçiyor olmak müthiş çoşku veriyor. Artık Yükyeri İskelesine az bir yol kalmıştı. Buradan da Bozcaada’ya arabalı vapurla geçeceğim. Yükyeri iskelesi de alabildiğinde kumsal şeridi olan bir bölge olarak karşıma çıkıyor. Sağda solda kır bahçeleri var ve kumsala kadar uzanmış masaları. Ayaklarımı çıkarıp kumlar üzerinde oturup çayımı yudumlayıp Bozcaada vapurunun kalkış saatini bekliyorum. Devam edecek.

Hepiniz Sevgiyle kalın.

Melih Eriş

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz

MELİH ERİŞ GEZİLERİ



MELİH ERİŞ VINTAGE




GEZGİNİN SEYİR DEFTERİ
GRUBUMUZ





FACEBOOK SAYFAMIZ


TÜRK MÜHRÜ PROJEMİZ

 

Takvim
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar35.037435.1778
Euro36.390736.5365
Site Haritası