YUNANİSTAN - ATİNA
ATTİCA'SIZ ATİNA OLUR MU?
Tüm ihtişamı ile Atina'nın bekçisi gibi duran Akropolis’e tırmandığımda her zaman farklı bir Atina görebiliyorum. Atina, ölümsüzlük hissi çağrıştırıyor insan ruhunda zıtlıkları ve sürprizleri hissettirten yaşatan bir şehirdir.
Antik çağ, Bizans, neo klasik dönem, tarih kokan sokaklar, modern kalabalık, kültür, taverna müziği çalan sokalar, sardunyalı evler ve gülümseyen insanlar.
Atina Avrupa’nın tarih yönünden en zengin şehirlerinden biridir. Atina sokaklarında yabancı biri olduğumu hiç hissetmeden yürümek, sokaklardaki insanları sanki yıllarca tanıyormuş gibi dolaşmak, bir köşede dönerci, diğerinde piliç ızgara, kestaneci, simitçisi, işporta tezgahları, şalvarı ile yurdum insanı manzaralarına rastlamak mümkün olabilmektedir.
Atina, Yunanistan'ın başkenti ve yaklaşık 4 milyon kişilik nüfusuyla en büyük şehridir. Eski Yunan medeniyetinin de merkeziydi. Kozmopolit ve modern bir şehir olan Atina, antik çağlarda da önemli bir ticaret ve kültür merkeziydi. Atina ismi, koruyucusu olan savaş tanrıçası Athena'dan gelmektedir. “Athena” mitolojide özgürlük tanrıçası anlamına geliyor. Tanrılara ev sahipliği yapması ile, zeytin ağaçları, antik yaşamı ve dünyaca ünlü Yunan rakısı “Ouzo” suyla görülesi bir yerdir Atina..
Atina, demokrasinin doğum yeri, Sokrates’in Batı felsefesinin ilk olarak temellerinin atıldığı topraklardır. Bugünkü Atina, eski şehrin küçük bir parçasından ibarettir. Akropol denen iç kalesi bir tepenin üzerindedir Akrapol’ün zirvesinde bulunan Akrapolis, Agora, Erechtelon, Dionisos ve Parthenon tapınağı eski Atina’nın ayakta kalan yapılarından.. Akropolis Atina’nın ilk kurulduğu yer olarak tarih kayıtlarında yerini almıştır.
Atina, eski çağlardan beri, çeşitli saldırılar karsısında birçok defa yıkılmıştır. İlkin Persler, sonra Romalılar, Haçlılar ve Osmanlılar tarafından zapt edilmiş ve kıymetli eserlerinin pek çoğu başka yerlere taşınmıştır. 1458 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından alınarak Osmanlı sınırları içine katılmış, 1829 yılında imzalanan Edirne Antlaşması ile Yunan bağımsızlığının tanınması üzerine Yunanistan’a bırakılmıştır.
Atina sokaklarında dolaşmak bir rüya alemine dalmak gibi bir his uyandırıyor içimde. Syntagma meydanından başlayan gezim, Lykavitos (Kurtlar) tepesinde son buluyor..
Hadi hep beraber kısa bir Atina turu yapalım. Nereleri gezmişim bu iki yer arasında bir bakalım :-)
Atina’nın en önemli meydanı olan Syntagma aynı zaman Yunanistan Parlamentosuna da ev sahipliği yapmaktadır. Meçhul Asker anıtındaki askerlerin(ponponlu askerler) nöbet değişimi seremonisi izlenmeye değer.
Atina’nın en aristokrat semti Kolonaki.. Syntagma meydanından Kolonaki’ye uzanan yol boyunca Konsolosluklar ve restore edilmiş eski evlerin bulunduğu yeşillikler eşliğinde güzel bir yürüyüş oluyor. Bu eski evlerden birisi Yunan diasporasının en ünlü ailelerinden birisi olan, İskenderiyeli Benaki'lere ait. Bu ev bugün müze ev olarak ziyarete açıktır. İçeride ne yok ki! M.Ö 7000 yılından günümüze kadar gelen bir çok antik çağ eserleri, takılar, yazmalar, anforalar, tablolardan vs oluşan koleksiyon göz kamaştırıcı bir görünüm sergilemektedir.
Atina'nın en kalabalık caddelerinden ve meydanlarından olan Omonia ve Victoris’ı geçip Arkeoloji Müzesi doğru yöneliyorum. Bu müzede Helenistik ve Roma devrine ait bir çok değerli eser sergileniyor.
Monastıraki'de pazar günleri bit pazarı kurulmaktadır. Antikalar, turistik eşyalar ve bir sürü ıvır zıvır alıcı bulur buradadır. Yan yana dükkanları, askılarla dükkanların dışını kaplayan giysiler, esnaf lokantaları, börekçileri ve insanlarla omuz omuza yürümek İzmir'in Kemeraltısı'nı hatırlatır bilenlere. Monastıraki, gece dışarı çıkmak için de ideal bir ortam yaratmaktadır. Plaka semtini turistlere kaptıran yerel halk bilhassa hafta sonlarında bu semti tercih ediyor. Hatta diyorlar ki şehirdeki mekanlar kepenkleri kapatırken gece Monastıraki'de yeni başlıyormuş. Sayısız restoran ve barları ile Monastıraki kesinlikle Atina'nın yükselen yıldızı.
Atina hırçın ve gururlu bir serseri gibi, kendini sanki benden uzak tutmaya çalışır gibi karşıma gürültü, karmaşa, kalabalıklar çıkarsa da Plaka semtine geldiğimde onun kalbine ulaştığımı anlıyorum. Minicik sokakları, cumbalı evleri ile esasında duygusal bir şehirde olduğumu hatırlatıyor.. Bu eski mahallelere gelince de sanki yüzyılların anısı canlanıyor. Osmanlı döneminde bir tek burası varmış. Bu semt her turistin muhakkak eğlenmek için geldiği mekandır. Atina’nın Tavernaları ile ünlü semtidir.
Plaka’dan biraz aşağı doğru süzülünce Rüzgar kulesi çıkıyor karşıma. Suriyeli bir astronomun yaptırdığı gizemli "Rüzgar kulesi" zamanında su ve rüzgarla ilgili deneylerde kullanılmış. Şehir kurulduğu zaman denir ki Yunan Tanrıları şehre en güzel hediyeyi vermek için yarışmışlar. Poseidon yeraltı suları hediye etmiş, Athena zeytin ağacını. Athena kazanmış yarışmayı, kim bilir bugün Atina'nın en olmadık yerlerinde zeytin ağacı bitmesinin nedeni de budur. :-)
Kulenin biraz ilerisinde Fethiye camii bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmet için yaptırılmış. Bugün Atina, ibadete açık cami bulunmayan tek Avrupa ülkesi başkentidir.
Hemen yanındaki Roma Agorasında ayakta kalan son dört sütun ise Agora'nın giriş kapısıymış bir zamanlar.
Akropolis... Uzaktan görünümü bile yürekleri hoplatmak için yeterlidir. Akropol tepesine çıkmak, oradan Atina'yı seyretmek gerçekten doyumsuz bir manzara sunmaktadır. Atina'nın ortasında bir dev gibi yükselen, gözden bir an bile saklanmayan Akropolis'in tek kapısı var o da bir Fransız arkeolog tarafından keşfedilmiş. Akropol'ün biricik süsleri Athene tapınağı ve müzesi, Erechteum ve Parthenon. Akropol'den çıkıp Dianysos tiyatrosuna gitmek için geniş bir yoldan geçmek gerekiyor. Dianysos, yani şarap tanrısı için düzenlenen festivalin alanı burası. O zaman erkekler keçi derisi giysiler giyip, şarkılar söyleyerek ve dans ederek bu konuda yarışmalara katılırlarmış. Günümüz tiyatrosunun köklerini oluşturan bu geleneğin sergilendiği tiyatrodan pek az bir şey kalmış. Önlerdeki güzel koltuklar dönemin VIP'leri olan rahipler ve yöneticilere ait. Burada ayrıca Lysicrates anıtı, bugün ardında sadece dev sütunlar bırakmış Zeus tapınağı ve Hadrian kapısı da görülebilir.
Ayrıca Agoranın bulunduğu Thission, havalı şık bar ve tavernaların bulunduğu Psiri, Atina’yı doyasıya yaşamak için birkaç neden olabilir.
Şehrin ortasında Atina Milli Parkı yer almaktadır. Burada çeşitli hayvan türleri ve bir çok bitki yaşamlarını sürdürmektedir. Şehrin kalabalığı ve gürültüsünden bunalan yerel halk bilhassa hafta sonlarında milli parkı ziyaret ediyor. Çocuklu aileler, parktaki ördek havuzunu ve çiftlik hayvanlarının bulunduğu minik hayvanat bahçesini seviyor.
Paleo Faliro’dan geçerken ilginç sohbetlere katılıyorum. Bu semti İstanbul’dan göç etmiş Rumların yerleşerek oluşturduklarını öğreniyorum. Hatta Yunan 1.lig futbol takımı olan AEK yı da bu göçmenlerin kurduğunu burada öğreniyorum.
Atina’nın iskelesi olan Pire (Pireaus) 7 kilometre uzaklıktadır. Bu limana inip Ege denizi ile kucaklaşmak seyahatime daha da fazla anlam yüklüyor. Karşımda Ege denizi ve körfez, yalı boyunca uzanmış denize karşı sıralanmış kordon ve evler. Hayal gücümü zorlamama gerek kalmadan gözümü açıp kapıyorum ve sanki İzmir’deyim. Eğlence bakımından Pire tercih edilebilecek mekanlardan biridir. Pire’de ki Sounion antik yerleşimini ve Posedion Tapınağı da muhakkak görülmesi gereken yerler arasındadır.
Eğer yolunuz temmuz-eylül arası Atina’ya düşerse; Defni şarap festivaline katılmayı unutmayınız. Defni, Atina’ya 10km mesafede. Olgas ve Amellias caddeleri arasında olan Hadrian Kemeri fotoğraf severler için muhteşem görüntü vermektedir. Antik ve modern şehrin bir kemerle birleşmesini karelemek sanırım güzel bir anı olacaktır.
Atina yolculuğumun son durağı olan Lykavitos.. Ploutarchou caddesinden binilebilen kabinli teleferikle ya da 45 dakikalık dik merdivenlerden oluşan bir parkur ile 'Kurtlar tepesi' anlamına gelen Lykavitos tepesine çıkılabilmektedir. Yüksekliği 280 m. ve tüm Atina'yı 360 derece görebilen bir konuma sahiptir. Mitolojide kurtların uluduğu bu tepeden bugün kurt ulumalarının yerini trafik gürültüsü almış, buradan tüm trafik tıkanıklıklarını gözlemlemek mümkün.
Bir Atina günlüğünü sizlerle paylaştıktan sonra rotamı Yunanistan’ın güneyine Mora Yarımadası'na ve Yunanistan’ın ilk başkenti olan Napfolio'ya doğru çeviriyorum.
Farklı rotalarda buluşmak üzere.
Hepiniz sevgiyle kalın.
Melih Eriş
Yorumlar -
Yorum Yaz