İZMİR - KARABURUN YARIMADASI
İzmir’in deniz bekçisi gibidir adeta Karaburun Yarımadası. Bir yanda Ege Denizi, diğer yanda Akdağ’ın zirvesi, karşısında Sakız adası ve Çeşme Yarımadasının uzantıları, arkanızda Foça sahilleri, kekik ve adaçayı kokan toprakları, tarih ve kültür mirası, terk edilmiş ve bugünde yaşayan köyleri, Ege denizinin gönderdiği serin rüzgarları, tertemiz koyları ile “dokunulmamış bir güzelliktir” Karaburun.
Karaburun kasabasının hemen sırtını dayadığı Akdağ’ın zirvesine (1218 m. civarın en yüksek tepesi) çıktığınız zaman Sakız Adasını ve irili ufaklı Yunan adalarını çok net görebilirsiniz. Ayrıca batan güneşin son ışıklarını da seyretmek oldukça heyecan vericidir.
Karaburun İzmir’e 100 km mesafededir. Karaburun’a gelirken acelenizin olmaması lazım. Sahil yolunu takip ederek Güzelbahçe, Urla, Çeşmealtı, Balıklıova, Mordoğan, Esendere gibi birbirinden güzel köy ve kasabaları geçerek ulaşırsınız Karaburun’a. Bu geçtiğiniz yerlerin insanları oldukça cana yakın olduğunu da hesaba katarsanız, Karaburun’a varışınız akşam olur ve bu “Dokunulmamış güzellik” de bir gece geçirmek de iyi olur. Yol boyunca dizili tabelalar da “deniz kenarı salaştır, servis yavaştır, hesaplar telaştır" diye yazıyor. Bu da Karaburun’un bozulmamış olan dokusunu, deniz kenarındaki salaş restoranlarını, etrafı kaplamış olan nergis kokusunu, balıkçıların mekanı olduğunu gelen ziyaretçilerine Ege’nin güzelliklerini ve ruhunu belirgin bir şekilde yansıtmaktadır. Terk edilmiş eski Rum taş evleri, yağhaneler, camiler, kiliseler Karaburun Yarımadasının başka bir çehresini ortaya koyuyor. Size tavsiyem, Karaburun’a geldiğiniz zaman sadece ilçeyi değil, Karaburun Yarımadası'nın tamamını gezmeye çalışın o zaman bir bütünlük olacaktır...
Karaburun’dan Yeniliman mevkiine doğru rotayı çevirdiğinizde, Karaburun Yarımadasının en uç noktası olan Kömür Burnuna gelmiş olursunuz. Bu yol üzerinde Almanların restore ettirdikleri Bozköy ve Tepeköy’den yolumuz geçiyor. Buradan 3 km ileride Haseki köyü var. Burası Rumlarla Türklerin birlikte yaşadıkları bir köy. Görülmeye değer. Yol ilerledikçe güzelliklerde bir bir kendini göstermekte.
Sarpıncık köyü ev pansiyonculuğu ile ünlenmiş bir köy. Rengarenk evleri yazın sıcağında bile serin ve tertemiz. Burası yaz aylarında poyrazın etkisiyle en serin yer olarak biliniyor. Buradan Hamzabükü tabelasından Karaburun Sarpıncık fenerine ulaşabilirsiniz. Bozuk bir stabilize yol bizi bu uca kadar getiriyor. Manzara müthiş! Körfez girişine yön veren bu fener denizciler için çok önemli bir işleve sahip. Sarpıncık köyünün diğer bir özelliği de yaklaşık 10 km lik bir sahil parkuru olması. Trekking yapmaya gelenler Sarpıncık’tan başlayıp Hamzabükü falezlerini geçip balıkçı köyü olan Yeniliman’a ulaşırlar. Ege denizinin eşsiz manzaraları ile bu yol yürümeye değerdir. Çevredeki zeytin ağaçlarının bolluğu, ağaçlardan yere düşen zeytinleri yemek de ayrı keyif!
Bir tepenin üzerine kurulmuş olan Sazak köyünde bugünlerde yaşam belirtisi yok. 1923' deki mübadele ardından bu köyde yaşayan Rumlar göçmüşler ve bu köy sahipsiz kalmış. Köyün yorgun ve yıpranmış taş evleri kimsesiz kalmış halde. Denize birer birer düşeceklermiş gibi Sakız adasına, bakar bir şekilde sanki eski sahiplerinin özlemini çekercesine duruyor.
Salman köyüne doğru yaklaştığımda Sakız ağaçlarının yoğunluğu dikkatimi çekiyor. Burası aynı zamanda Sakız adasına en yakın uç (9.7 deniz mili).
Yarımadanın en güzel özelliklerinden biride her geçtiğim köyde güler yüzlü insanları ile konuşmaya başladığınızda zamanın içinde akıp gittiğinizi belirtmeliyim. Şehirdeki hep bir yerlere bir şeyler yetiştirmenin mevhumunu burada kaybedeceksiniz. İzmir’e çok yakın bir mesafede olmasına rağmen bir o kadar da göreceğiniz, işiteceğiniz ve hissettikleriniz açısından uzak! Kendinizi kaybetmek istiyorsanız ana yoldan çıkın! Köylere uğradıkça evlerin duvar ve pencerelerinin rengarenk çiçeklerle süslendiğini, fesleğen, nergis, mercanköşk ve kekik kokuları arasında gezindiğinizde bir de köy kahvelerindeki sohbetler katıldığınızda tali yolun önemini anlayacaksınız.
Karaburun Yarımadası'nın florasının yanı sıra faunası da görülmeye değer. Buralarda yaban domuzu, tilki, sansar, porsuk, tavşan, yırtıcı kuşlar, kelebekler, su kaplumbağaları ve hayatta kalmak için sessiz suları mekan seçen foklar. Bu hayvanlar Karaburun Yarımadasının tertemiz sularında hayat bulmaktadırlar.
Üzerinde yer aldığı Yarımada' ya adını veren Karaburun' un ilk yerleşim yeri olarak ne zaman seçildiği kesin olarak bilinmemektedir. Yarımada Kalkolitik Çağdan itibaren insan yaşamına ev sahipliği yaptığına göre yerleşimin de bu doğrultuda olması beklenebilir. Tunç Devrine özel bazı eşyaların ve aletlerin Çakmaktepe mevkiinde (Karaburun Merkezinin yaklaşık 3-4 km güneyi) bulunması Karaburun' un da çok eski bir yerleşim birimi olduğunu düşündürmektedir.
Bilinen en eski adı Mimas'tır. Bu ismin nereden geldiğini Mitolojik öykülerde bulabiliyoruz. İyonya döneminde şimdi Karaburun olarak adlandırdığımız yerde Stelar veya Stylarius isimli bir yerleşim yeri mevcuttu. Gene eski haritalarda bu bölge Capo Calaberno olarak zikredilmektedir. Yarımadanın Türk egemenliğine geçmesinden sonra Ahurlu veya Ahırlı olarak anılan şehir nihayet Osmanlı döneminde Karaburun adını almıştır.
XVI. yüzyılın ünlü denizcilerinden Piri Reis, Kitab-ı Bahriye’sinde yarım adanın kıyıları hakkında ayrıntılı biçimde bilgi vermektedir.Ve gene XVII. yüzyılın ikinci yarısında Karaburun’u ziyaret eden Evliya Çelebi Karaburun kazasının, İzmir Mollasının arpalığı olduğunu, içinde bir cami, bir hamam ve 7 dükkan bulunduğunu ve ayrıca etrafının zeytinlik ve bağlık olduğunu belirtmektedir.
Karaburun kelimesi Caleberno dan bozularak gelmiş olabilir.
Karaburun Yarımadasının etrafı da tarih açısından oldukça zengin. Klozemenai, Teos, Erytrai gibi önemli yerleşim merkezleri zamanında buralarda boy göstermiş. Bu tarihi kentlerde bugünlerde halen kazı çalışmaları devam etmekte ve tarih gün yüzüne çıkarılmaktadır.
Karaburun Yarımadasını gezmek için yola çıktığım da bu güzellikleri görebileceğim aklımdan bile geçmemişti. Bozulmamış doğası, şehirli insan yapısından uzak binlerce yıldır hayat geleneğinin bozulmadığı bir kültür. Doğal ve kültürel bir çok özelliği halen bünyesinde barındırabilen bir mekan.
Mordoğan'dan geçerken Eski Mordoğan köy tabelasına sapıp 2 km sonra Müesser Aktaş'ın kendi emekleri ile hizmete soktuğu Etnoğrafya müzesini de görmenizi tavsiye ederim.
Karaburun Yarımadası sessizliği ve geçmişini arayanlara tavsiyemdir. Keşfetmeye değer…
Hepiniz sevgiyle kalın
Melih ERİŞ