• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Giza Piramitleri
    • Mısır
    • Machupicchu
    • Peru
    • Perito Moreno Buzulu - Patagonya
    • Arjantin
    • Taman Negara
    • Malezya
    • Amazonlar
    • Güney Amerika
    • Kukulkan Piramidi
    • Meksika
    • Java Adası
    • Endonezya
    • Mui Ne
    • Vietnam
    • Annapurna Ana Kamp
    • Himalayalar, Nepal
    • Ha Long Bay
    • Vietnam
    • Uyuni Tuz Çölü
    • Bolivya
    • Batu Cave
    • Malezya
    • Boracay
    • Filipinler Boracay
    • Sky Mirror
    • Malezya



İnsan kısa sürede neleri keşfedebilir? Yol aldıkça kendini, kültürünü, unuttuklarını,

belki de sadece
keşfetmenin hazzını...


Eğer kendini arıyorsan yönünü dağlara çevir, dağlarda gözlerini kapat, kulaklarınla
gör. Ağaçların fısıltılarını, böceklerin seslerini dinle. Binlerce yıllık uygarlıkların izini sür.
Keşif yolculuğu için yoldan çıkmaya hazır ol!
 Melih Eriş

.................................................
GEZİ YAZILARIM
MELİH ERİŞ REHBERLİĞİNDE GEZİLER
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam250
Toplam Ziyaret378937

ÇANAKKALE - GELİBOLU YARIMADASI

SAVAŞ VE ONUR

“Dur yolcu!
Bilmeden gelip bastığın bu toprak
Bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver bu sesiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir…

Bu alıntı Çanakkale’den araba vapuru ile Ecebaat’a geçerken bir tepenin üzerine yazılmıştır. Gelibolu yarımadasına ilk ayak basarken zaten duygular kabarmaya başlamıştı bile…

Hikaye bundan tam 90 yıl önce başladı. O tarihte bu koyda başlayan hikayelerin tamamına yakını hep denizden gelen adam tarafından yazıldı. Denizden gelen istilacı adam cesurdu, savaşçıydı ama köksüz ve tarihsizdi. Ayak bastığı bu topraklara ona mezar olacak ama karşılığında ona bir ruh ve milat kazandıracaktı.

Hikayenin gerçek kahramanı ise  denizden gelen adamı karşılayandı. Cesaretin ötesinde geçen bir fedakarlık içindeydi. Tek dileği mümkün mertebe geç ölerek arkadaki arkadaşlarına vakit kazandırmaktı. Yüksek bir ruh, zengin bir tarih geleneği ve köklü bir aidiyet duygusu içerisinde, bugün pek  anlayamayacağımız bir fedakarlık durumundaydı. 

Çanakkale’de İzmir’den gelen arkadaşlarımla buluşup, araba vapuru ile Çanakkale boğazını geçerek Gelibolu yarımadasında bulunan Ecaabat’a, oradan da Gelibolu Yarımadasının kuzey Ege kıyılarına paralel olarak konuşlanmış olan Anzak koyunda kamp yapmayı planlamıştık. Vapura bindiğimizde hava kararmıştı. Yarım saatlik bir yolculuk sonrasında Ecaabat’a ulaşmıştık. Bundan sonrası tam bir bilinmezlikti. Kamp yapacağımız Anzak Koyu milli park kapsamında olduğu için gece konaklamak olanaklı mıydı? Hiç bir fikrimiz yoktu. Ecaabat’tan Kabatepe’ye doğru yol almaya başladık. Yirmi dakika sonra yol ayrımından sola doğru yönelerek birkaç km sonra taş levha bizi karşılıyor. Anzak Koyunu tepeden gören otoparkta araçlarımızı park edip, kumsala doğru bir bir süzülmeye başladık. Etraf sessiz görünüyordu. Zaten gece vakti kim olurdu ki buralarda!  Dik bir kumluk yamaçtan sahile indik, hava oldukça müsaitti gece konaklama yapmak için, çadır kurmaya bile gerek olmadan o geceyi uyku tulumlarında geçirmeye karar vermiştik. Ayağımızı kumsala bastığımızda derin bir sessizlik kaplamıştı içimizi, sanki yıllar öncesinin yaşanmışlıklarına saygı sessizliği gibiydi. Bir müddet öylece oturup kalmıştık ve her birimizin bilgileri kafasından film şeridi gibi geçmekteydi.

“Askerlerin bir çoğu düşmanı hiç göremeden son nefeslerini vermişlerdi Anzak Koyu'nda”. İçimizden birinden gelen bir sesle film geçidi sona eriyordu. “Hadi arkadaşlar ateş yakmak için biraz odun toplamamız lazım”. Etraf çok karanlık olduğu için önümüzü görmekte zorlanıyorduk. Ortamın getirmiş olduğu büyüleyicilik de etrafa fazla yayılmamızı engeller gibiydi. Bir ses daha yükseldi bir arkadaşımızdan “20 m ilerisini biliyorum, sonrasını hiç bilemedim” tüylerimiz ürpermişti bu ses üzerine! Topladığımız dal parçaları ile yaktığımız ateş üzerinden bir bir atlayarak gecemize coşku katmak istiyorduk. Artık tedirginlik yerini coşkuya bırakmış ve gece serinliğinde bir bir Ege denizinin sıcak sularına ateş eşliğinde girmeye başlamıştık. Yıllar öncesinde hiç bilmedikleri bu koyda daha karaya basmadan ölen insanların kanları ile sulanmış Kuzey Ege denizi kıyıları….. 

O gece sahil kenarında tulumlarımızın üzerinde uykuya dalarak bu geceyi tamamladık. Sabah uyandığımızda ise bazı arkadaşlarımızın “karabasan” tabir edilen rüyalar gördüklerini belirttiler. Gün yüzü ile ilk dikkatimi çeken 21.metrede bolca odun olduğu idi. Ama biz bunu görememiştik. Sağımızda ve solumuzda savaşta ölenler için yapılmış mezar anıtları yer alıyordu. Ve bunların anısına Mustafa Kemal Atatürk’ün bir de mesajı yazılmıştı taş bir abide üzerine:

“Askerlerin çoğu düşmanı hiç göremeden son nefesini vermişti”

“Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar!
Burada dost bir vatanın toprağındasınız.
Huzur ve sükun içinde uyuyunuz.
Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar!
Göz yaşlarınızı dindiriniz!
Evlatlarınız bizim bağrımızdadır.
Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. 
Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır”

Sahilden karşı sırtlara baktığımda Anzakların ne kadar yanlış bir yere çıkartma yaptıklarını düşündüm. Bu yarlar alabildiğine sarp, özellikle İngilizlerin buraya geldikleri Mısır'daki Sfenks'e benzettikleri kaya çıkıntısını da incelemeyi ihmal etmeyin. 

Kastamonulu çiftçilerin, İstanbullu subayların Cardiffli kömürcülerle, İskoç çiftçileri ve Avustralyalı koyun çobanlarının ilk karşılaştıkları noktalardan biridir Anzak Koyu. Öldüler onlar burada.. 

Ayrıca bu mezarlık içinde üç tane mezarın diğer mezarlardan farklı bir yönde uzandığını göreceksiniz. Bu mezarların taşlarını dikkatle okuyunuz. Hepsinin de Hintli Müslümanlara ait olduğunu göreceksiniz.

Anzak koyundan ayrılma zamanı gelmişti ve toparlandık. Gelibolu yarımadasını gezmek ve yaşananları içimizde nüfuz etmek için yola koyulduk.

Savaş ve Onur

Anzak koyundan Kabatepe yol ayrımına geldikten sonra ilk durağımız Milli Parklar tanıtım merkezi ve Kabatepe müzesine oluyor. Milli park merkezinde yöre ile ilgili tanıtıcı broşür ve haritalar alabilirsiniz. Müzede ise görülmeye değerdir. Savaş zamanından kalma tüm parçalar burada sergilenmektedir. Kıyafetler, silahlar, mektuplar, sigaralar vs. çok etkilenmiştim.

Müze sonrasında rotayı Kuzey Ege kıyısını takip ederek bir çok önemli mücadelenin yapıldığı Arıburnu’na çeviriyoruz. Ege sahili boyunca uzanan sahiller ve hemen yamacındaki Cesarettepe “biz görevimizi yaptık” edasıyla uzanmış kumsallar ve dik yamaçlarla dimdik ayakta duruyorlar.

Ege kıyıları boyunca ilerleyerek pek çok kimsenin gitmediği bozuk bir stabilize yol ile ulaşılabilen Lalababa mezarlığına oradan da Tuz gölüne geçiyoruz.Ucu dar bir boğazla Ege denizine açılan tuz gölü Suğla koyunda yer alıyor. Tuz gölü etrafını dolaşarak Ege kıyısı boyunca kuzeye doğru yol alınca Büyük kemikli burnuna varıyoruz. Burada Gazibaba şehitliği ve savaş günlerinden kalma bir gemi iskeleti bulunmaktadır.

Yolumuz sırasıyla Kireçtepe Anıtı (bir çok top mermisinin üst üste konularak yapıldığı anıt), Küçükanafarta Köyü ve bir çok kahramanlığa sahne olmuş Büyükanafarta Köyüne uğruyoruz. Bu köyün mezarlığında ismi bilinen ve bilinmeyen birçok Çanakkale şehidimiz istirahat etmektedirler. Onları saygıyla andıktan sonra, Gelibolu yarımadası turuna 6 km ilerideki Bigalı köyü ile devam ediyoruz. Burada Atatürk'ün karargah olarak kullandığı ev müze olarak ziyarete açıktır. 19. Tümen Komutanı Albay Mustafa Kemal, birliğini 1915 yılının Nisan ayının ikinci yarısında Maydos'tan Bigalıya nakletmiş ve burada kaldığı sürede, bu evi karargâh olarak kullanmış. İki katlı ahşap yapının ilk katı mutfak ve kiler, ikinci katı çalışma ve yatak odası olarak kullanmıştır.

Yolumuz Kilye koyunda ana tanıtım merkezinden geçiyor ve öğle yemek molası için soluklanıp yaşadıklarımızı ve gördüklerimizi duygularımızı paylaşıyoruz. Burası herkesin farklı anlatımına sahip duygular geliştiren bir bölge.

Öğle saatlerinde savaşın ve onurun yoğun olarak yaşandığı bölgeler olan Kocadere şehitliği, Kanlısırt, 57. Alay şehitliği ve Conkbayırını ziyaret ediyoruz. Yolumuza devam ediyoruz. Az sonra bir rampaya tırmandığımız sırada yolumuzun sağ tarafında bir kitabe ile karşılaşıyoruz. Büyük bir taş blok üzerinde yazılmış olan bu yazıt Kanlısırt Kitabesidir. 

Buradaki çarpışmalarda çevre topraklar akan kanlardan kıpkırmızı kesilmiş, bu nedenle de buraya bu isim verilmiştir, üzerindeki yazılarda bu bölgede meydana gelenleri açık bir şekilde anlatmaktadır. Türk ordusu burada 10.000 askere yakın şehit vermiş ve tarihte acı bir sahne olarak yerini almıştır. Gezmiş olduğumuz Kanlısırt siperlerinin birbirine olan yakınlıkları nasıl bir savaş olduğunu yada gerçekten bu insanlar savaşabiliyorlar mıydı? Soruları kafamı iyice kurcalamaya başlamıştı. Her sahnesi ölüm kokuyordu. Kazananın ve kaybedenin o dakikada anlarla değiştiği bir yer. Bu düşüncelerimi doğrularcasına az sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün bir kitabesi çıkıyor karşıma. Şöyle diyor:

“Siperler arasındaki mesafe 8m, ölüm muhakkak. Öndekiler düşüyor, siperdekiler ölenlerin yerine geçiyor, fakat imrenilecek bir tevekkülle, bilemezsiniz. Bomba, şarapnel ve kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakika içinde öleceğini biliyor, en ufak bir çekinme sarsılma yok. Okuma bilenler Kur’anı Kerim okuyor, cennete gitmeye hazırlanıyor, bilmeyen tekbir ve şehadet getiriyor, ezan okuyarak yürüyorlar. İşte Türk askerindeki bu ruh kuvveti tebriğe değer bir örnektir. Emin olasınız ki Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur” 

Atatürk’ün bu yazısı bana, Anzakların neden burada savaştıklarını bilmediklerini düşünürken, Türk askerlerinin de neden burada savaştıklarını bildiklerini anımsattı.Dedim ya SAVAŞ VE ONUR!!! 57. Alay şehitliği ziyareti sonrasında gözlerde yaşlar ve yoğun duygular ile yokuşu tırmanarak Mehmetçik parkı ve Conkbayırı'na varıyoruz. Yüksek tepelerden Anafartalar ve Çanakkale Boğazı gözlemlenebilmektedir. Bu tepede Atatürk’ün unutulmaz sözü bir kez daha hatırlatmaya gerek var sanıyorum. “Ben size taaruzu değil ölmeyi emrediyorum”.

Yönümüzü Gelibolu yarımadasının güneyine Alçıtepe ve Seddülbahir cephesine doğru çeviriyoruz. Yaklaşık 20km lik bir yoldan sonra Alçıtepe köyüne varıyoruz. Bu köyün eski adı Kirte'dir. Köylülerin anlattıklarına göre burada önceleri bir Rum Köyü bulunmaktaymış. Savaş başlayınca burası harabe haline gelmiş. Atatürk 1930'lu yıllarda Balkanlardan gelen göçmenlerin bir kısmını buraya yerleştirerek buraları yeniden hayata kazandırmış. Köylüler o yıllardan sonra 1970'lere kadar Çanakkale Savaşı artıkları olan savaş malzemelerini tarlalardan toplayıp hurdacılara satarak geçinmişler. Bugün bile hâlâ bu köy civarındaki topraklardan kurşun ve gülle çekirdekleri çıkmaktadır. Çanakkale'de bir metrekareye 6000 mermi düşmüştür.

Köye girmeden önce sol tarafımızdaki garnizon hemen dikkatimizi çekiyor. Bu bölge tarihe Kirte Savaşları olarak geçen kanlı çarpışmaların odak noktası olmuştur. Bu savaşlarda binlerce Mehmetçiği şehit vermişizdir. Bu mevki, burada yaşayan köylülerin çevreden topladıkları 10 bin civarındaki şehit kemiklerini bir araya getirerek Nuri Yamut Anıtı'na gömdükleri yerdir.

Alçıtepe köyünde bulunan Son Nokta Anıtı da görülebilir. Kaçan düşman askerlerine atılan son kurşun burada sıkılmıştır. Bu sebeple burada bir anıt yer almaktadır. 

Alçıtepe’den Ertuğrul koyuna doğru hareket ediyoruz. Ege denizi kıyıları tekrar belirmeye başlamıştı.

Heles Anıtı, savaşta ölen İngiliz askerlerinin anısına dikilmiş olan büyük anıt ziyareti sonrasında Ertuğrul Koyu'nu kuş bakışı görebilen hakim bir tepeye geliyoruz. Tam karşımızda Seddülbahir Kalesi var. Hatta dikkatli bakıldığında kalenin yanında İlk Şehitler Anıtı'nı da görmek mümkün. Yahya Çavuş anıtı, burası 25 Nisan sabahı düşman askerlerinin çıkartma yaptıkları önemli yerlerden biri. 26. Alaya bağlı 10. Takımın askerleri burada düşmanı 24 saatten fazla tutarak bir destan yaşmışlar. İşte 67 arkadaşı ile Yahya Çavuş un çarpışarak şehit düştükleri yer burası. 

Buradaki anıt 1962 yılında inşa edilmiş. 1993 yılında Kültür Bakanlığınca yeniden yapılmıştır. Az ileride şehitlikler de görülmektedir. Ayrıca burada ayakta kalmayı başarmış birkaç tabyanın arasında Alman yapımı bir topu da inceleyebilirsiniz.

Yahya Çavuş anıtından yola sağ tarafa saparak devam ederken az sonra Seddülbahir köyüne giriyoruz. Köy tarihi bir kimliğe sahip olup, IV. Mehmet döneminden kalma bir kale ile İlk Şehitler anıtını barındırıyor. Yolumuz sahil boyunca devam ederken Çanakkale boğazına giren çıkan gemileri de gözlemlemeye başladık. Artık dönüş yolculuğu başlamıştı. Biz sağa Morto Koyu'na doğru dönüyoruz. Eski Hisarlık Tepesine doğru bir kavis çizen bu koy, 25 Nisan kara çıkartmasında Fransız askerleri tarafından işgal edilmiş. Burada o kadar çok ölü bırakmışlar ki bu koya, Morto (Ölü) adını vermek zorunda kalmışlar. Morto Koyunu dikkatli gezerseniz suyun içinde hala eriyik halinde maden parçaları bulabilirsiniz. Morto Koyu'na girdiğimiz yolun tam solunda, Morto Koyu'nun tam karşısında kalan tepede beyaz bir kule göreceksiniz. Burası 1929 yılında Fransızlar tarafından, Çanakkale çarpışmalarında ölen askerleri için yaptırdıkları anıt mezarlıktır. Anıtta, Morto Koyu çarpışmalarında ölen 2.236 askerin adları yer almaktadır.

Morto Koyu'na girdiğimiz yoldan düz devam ediyoruz. Hisarlık Tepesine doğru tırmanarak birkaç viraj sonrasında, Çanakkale Şehitler Abidesine geldik. Devasa yapıt yoğunlaşmış olan duygularımızı doruk noktasına çıkarıyor. Anıtın altında ve çevresinde sereserpe yatıp biraz havasını biraz geçmişi kokluyoruz. 1954 yılında yapımına başlanan ve 1960 yılında tamamlanan bu anıt tüm Çanakkale Şehitlerimiz adına inşa edilmiştir. Bu hakim tepe üzerinden hemen birçok yerden görülmesi de Şehitlerimizi geniş bir çevreye hatırlatması bakımından bir hayli anlamlıdır. Çanakkale Şehitler Abidesinin hemen altında yine Çanakkale savaş hatıralarının sergilendiği bir müze mevcuttur. 1971 yılında Kraliçe Elizabeth tarafından açılan müzede, savaşta yabancı askerlerin üzerlerinden çıkan Kur'ân-ı Kerim, Şehit mektupları vb. bazı özel parçalar mevcuttur.

1992 yılında Kültür Bakanlığınca Abide Şehitliği yanına yapıldı. 600 şehidimizin isimleri ile temsili mezarlarının bulunduğu yer, düzenleme bakımından gayet etkileyicidir.

“Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer”

Akşam saatleri olmaya başlamıştı, rotamızı Çanakkale Boğazını takip eden bir yol eşliğinde Mecidiye Tabyası, Hamidiye Tabyası ve Namazgah Tabyalarını ziyaret ederek son durak olan Kilitbahir’e çeviriyoruz. Denizin kilidi anlamına gelen bu köyde Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan bir kale yer almaktadır. Her zaman önemini koruyan Çanakkale boğazı Osmanlı döneminde de belli ki koruma altına alınmış.

İki gün boyunca Gelibolu Yarımadasını doyasıya gezebilmiştim. Her tarafında bir söz, bir duygu, bir hüzün yaşanmıştı bu topraklarda.Her sene anısına da  “Şafak Törenleri” düzenlenmiyor muydu zaten? 

Şafak Törenleri, Şehitleri onurlandırmak adına her yılın Nisan ayının 25 inde şafak sökmeden önce, yurtlarından gelen binlerce Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve Türk "Anzak Günü Şafak Töreni" için bir araya geliyorlar. Bu tablo savaşın bittiği yıldan itibaren İlk önce Yeni Zelanda’da daha sonra Avustralya’da sonrada günümüze kadar süre gelen bir gelenek olmuştur. Tümü 90 yıl öncesine dayanan geçmişi şu satırlarda anıyorlar:

“Geride bıraktıkları bizler yaşlanırken

 Onlar yaşlanmayacak

 Güneş batarken

 Ve yeniden doğduğunda

 Onları hatırlayacağız.”

Mektuplar ve Gelibolu: Gelibolu’da yazılan günlük ve mektuplardan her biri savaşın ardından dünyanın dört bir yanına dağılmış durumda. Çoğu asker yakınlarının elinde, kimi müzelerde, ulusal arşivlerde veya gezi derneklerinde saklanmaktadır. Ayrıca koleksiyoncularda da bazı mektupların olduğu söyleniyor. Bulunan mektup ve günlükler bir savaşın etnik farklılıklarını da satırlarda ortaya koymuştur. Bulunan Türk günlük ve mektup sayısının Anzaklara göre oldukça düşük olduğu tespit edilmiştir. Bu da Osmanlı’da okuma yazma oranın düşüklüğü (%5), ikinci kuşağın Osmanlıca yazıyı çözememesi ve değerlerinin anlaşılamamış olması mektupların kaybolup gitmesine neden olmuştur.

Bir mektupta anlatılanlar beni çok etkilemişti. Bu sebeple bu başlık altında bu duygumu sizlerle paylaşmak istedim. 24 Mayıs 1915 birkaç saatliğine ateşkes yapılıyor. İki tarafın birbirini ilk defa yakından tanımak için şansı oluyor. Siperlerinden çıkıyorlar, birbirleri ile konuşmaya, anlaşmaya çalışıyorlar. Birbirlerine sigara verip ateşlerini yakıyorlar. Yemeklerini paylaşıyorlar. Sonrası mı?.ÖLÜM.

Savaş ve Onur bu topraklarda yaşanmıştı.

Hepiniz sevgiyle kalın… 

Melih Eriş

MELİH ERİŞ GEZİLERİ



MELİH ERİŞ VINTAGE




GEZGİNİN SEYİR DEFTERİ
GRUBUMUZ





FACEBOOK SAYFAMIZ


TÜRK MÜHRÜ PROJEMİZ

 

Takvim
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar35.037435.1778
Euro36.390736.5365
Site Haritası