İnsan kısa sürede neleri keşfedebilir? Yol aldıkça kendini, kültürünü, unuttuklarını,
belki de sadece keşfetmenin hazzını...
Eğer kendini arıyorsan yönünü dağlara çevir, dağlarda gözlerini kapat, kulaklarınla
gör. Ağaçların fısıltılarını, böceklerin seslerini dinle. Binlerce yıllık uygarlıkların izini sür.
Keşif yolculuğu için yoldan çıkmaya hazır ol!
Melih Eriş
.................................................
SAVAŞ VE ONUR
“Dur yolcu!
Bilmeden
gelip bastığın bu toprak
Bir devrin battığı yerdir.
Eğil
de kulak ver bu sesiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı
yerdir…
Bu alıntı Çanakkale’den araba vapuru ile
Ecebaat’a geçerken bir tepenin üzerine yazılmıştır. Gelibolu
yarımadasına ilk ayak basarken zaten duygular kabarmaya başlamıştı
bile…
Hikaye bundan tam 90 yıl önce başladı. O tarihte
bu koyda başlayan hikayelerin tamamına yakını hep denizden gelen
adam tarafından yazıldı. Denizden gelen istilacı adam cesurdu,
savaşçıydı ama köksüz ve tarihsizdi. Ayak bastığı bu
topraklara ona mezar olacak ama karşılığında ona bir ruh ve
milat kazandıracaktı.
Hikayenin gerçek kahramanı ise denizden gelen adamı karşılayandı. Cesaretin ötesinde geçen bir fedakarlık içindeydi. Tek dileği mümkün mertebe geç ölerek arkadaki arkadaşlarına vakit kazandırmaktı. Yüksek bir ruh, zengin bir tarih geleneği ve köklü bir aidiyet duygusu içerisinde, bugün pek anlayamayacağımız bir fedakarlık durumundaydı.
Çanakkale’de İzmir’den gelen arkadaşlarımla buluşup, araba vapuru ile Çanakkale boğazını geçerek Gelibolu yarımadasında bulunan Ecaabat’a, oradan da Gelibolu Yarımadasının kuzey Ege kıyılarına paralel olarak konuşlanmış olan Anzak koyunda kamp yapmayı planlamıştık. Vapura bindiğimizde hava kararmıştı. Yarım saatlik bir yolculuk sonrasında Ecaabat’a ulaşmıştık. Bundan sonrası tam bir bilinmezlikti. Kamp yapacağımız Anzak Koyu milli park kapsamında olduğu için gece konaklamak olanaklı mıydı? Hiç bir fikrimiz yoktu. Ecaabat’tan Kabatepe’ye doğru yol almaya başladık. Yirmi dakika sonra yol ayrımından sola doğru yönelerek birkaç km sonra taş levha bizi karşılıyor. Anzak Koyunu tepeden gören otoparkta araçlarımızı park edip, kumsala doğru bir bir süzülmeye başladık. Etraf sessiz görünüyordu. Zaten gece vakti kim olurdu ki buralarda! Dik bir kumluk yamaçtan sahile indik, hava oldukça müsaitti gece konaklama yapmak için, çadır kurmaya bile gerek olmadan o geceyi uyku tulumlarında geçirmeye karar vermiştik. Ayağımızı kumsala bastığımızda derin bir sessizlik kaplamıştı içimizi, sanki yıllar öncesinin yaşanmışlıklarına saygı sessizliği gibiydi. Bir müddet öylece oturup kalmıştık ve her birimizin bilgileri kafasından film şeridi gibi geçmekteydi.
“Askerlerin bir
çoğu düşmanı hiç göremeden son nefeslerini vermişlerdi Anzak
Koyu'nda”. İçimizden birinden gelen bir sesle film geçidi sona
eriyordu. “Hadi arkadaşlar ateş yakmak için biraz odun
toplamamız lazım”. Etraf çok karanlık olduğu için önümüzü
görmekte zorlanıyorduk. Ortamın getirmiş olduğu büyüleyicilik
de etrafa fazla yayılmamızı engeller gibiydi. Bir ses daha
yükseldi bir arkadaşımızdan “20 m ilerisini biliyorum,
sonrasını hiç bilemedim” tüylerimiz ürpermişti bu ses
üzerine! Topladığımız dal parçaları ile yaktığımız ateş
üzerinden bir bir atlayarak gecemize coşku katmak istiyorduk. Artık
tedirginlik yerini coşkuya bırakmış ve gece serinliğinde bir bir
Ege denizinin sıcak sularına ateş eşliğinde girmeye başlamıştık.
Yıllar öncesinde hiç bilmedikleri bu koyda daha karaya basmadan
ölen insanların kanları ile sulanmış Kuzey Ege denizi
kıyıları…..
O gece sahil kenarında tulumlarımızın
üzerinde uykuya dalarak bu geceyi tamamladık. Sabah uyandığımızda
ise bazı arkadaşlarımızın “karabasan” tabir edilen rüyalar
gördüklerini belirttiler. Gün yüzü ile ilk dikkatimi çeken
21.metrede bolca odun olduğu idi. Ama biz bunu görememiştik.
Sağımızda ve solumuzda savaşta ölenler için yapılmış mezar
anıtları yer alıyordu. Ve bunların anısına Mustafa Kemal
Atatürk’ün bir de mesajı yazılmıştı taş bir abide üzerine:
“Askerlerin çoğu düşmanı hiç göremeden son nefesini vermişti”
“Bu memleketin
toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar!
Burada dost
bir vatanın toprağındasınız.
Huzur ve sükun içinde
uyuyunuz.
Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.
Uzak
diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar!
Göz yaşlarınızı
dindiriniz!
Evlatlarınız bizim bağrımızdadır.
Huzur
içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır.
Onlar,
bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız
olmuşlardır”
Sahilden karşı sırtlara baktığımda
Anzakların ne kadar yanlış bir yere çıkartma yaptıklarını
düşündüm. Bu yarlar alabildiğine sarp, özellikle İngilizlerin
buraya geldikleri Mısır'daki Sfenks'e benzettikleri kaya
çıkıntısını da incelemeyi ihmal etmeyin.
Kastamonulu çiftçilerin, İstanbullu subayların Cardiffli kömürcülerle, İskoç çiftçileri ve Avustralyalı koyun çobanlarının ilk karşılaştıkları noktalardan biridir Anzak Koyu. Öldüler onlar burada..
Ayrıca bu mezarlık içinde üç tane mezarın diğer mezarlardan farklı bir yönde uzandığını göreceksiniz. Bu mezarların taşlarını dikkatle okuyunuz. Hepsinin de Hintli Müslümanlara ait olduğunu göreceksiniz.
Anzak koyundan
ayrılma zamanı gelmişti ve toparlandık. Gelibolu yarımadasını
gezmek ve yaşananları içimizde nüfuz etmek için yola
koyulduk.
Savaş ve Onur
Anzak koyundan Kabatepe yol ayrımına geldikten sonra ilk durağımız Milli Parklar tanıtım merkezi ve Kabatepe müzesine oluyor. Milli park merkezinde yöre ile ilgili tanıtıcı broşür ve haritalar alabilirsiniz. Müzede ise görülmeye değerdir. Savaş zamanından kalma tüm parçalar burada sergilenmektedir. Kıyafetler, silahlar, mektuplar, sigaralar vs. çok etkilenmiştim.
Müze sonrasında
rotayı Kuzey Ege kıyısını takip ederek bir çok önemli
mücadelenin yapıldığı Arıburnu’na çeviriyoruz. Ege sahili
boyunca uzanan sahiller ve hemen yamacındaki Cesarettepe “biz
görevimizi yaptık” edasıyla uzanmış kumsallar ve dik
yamaçlarla dimdik ayakta duruyorlar.
Ege kıyıları boyunca
ilerleyerek pek çok kimsenin gitmediği bozuk bir stabilize yol ile
ulaşılabilen Lalababa mezarlığına oradan da Tuz gölüne
geçiyoruz.Ucu dar bir boğazla Ege denizine açılan tuz gölü
Suğla koyunda yer alıyor. Tuz gölü etrafını dolaşarak Ege
kıyısı boyunca kuzeye doğru yol alınca Büyük kemikli burnuna
varıyoruz. Burada Gazibaba şehitliği ve savaş günlerinden kalma
bir gemi iskeleti bulunmaktadır.
Yolumuz sırasıyla
Kireçtepe Anıtı (bir çok top mermisinin üst üste konularak
yapıldığı anıt), Küçükanafarta Köyü ve bir çok
kahramanlığa sahne olmuş Büyükanafarta Köyüne uğruyoruz. Bu
köyün mezarlığında ismi bilinen ve bilinmeyen birçok Çanakkale
şehidimiz istirahat etmektedirler. Onları saygıyla andıktan
sonra, Gelibolu yarımadası turuna 6 km ilerideki Bigalı köyü ile
devam ediyoruz. Burada Atatürk'ün karargah olarak kullandığı ev
müze olarak ziyarete açıktır. 19. Tümen Komutanı Albay Mustafa
Kemal, birliğini 1915 yılının Nisan ayının ikinci yarısında
Maydos'tan Bigalıya nakletmiş ve burada kaldığı sürede, bu evi
karargâh olarak kullanmış. İki katlı ahşap yapının ilk katı
mutfak ve kiler, ikinci katı çalışma ve yatak odası olarak
kullanmıştır.
Yolumuz Kilye koyunda ana tanıtım
merkezinden geçiyor ve öğle yemek molası için soluklanıp
yaşadıklarımızı ve gördüklerimizi duygularımızı
paylaşıyoruz. Burası herkesin farklı anlatımına sahip duygular
geliştiren bir bölge.
Öğle saatlerinde savaşın ve onurun
yoğun olarak yaşandığı bölgeler olan Kocadere şehitliği,
Kanlısırt, 57. Alay şehitliği ve Conkbayırını ziyaret ediyoruz.
Yolumuza devam ediyoruz. Az sonra bir rampaya tırmandığımız
sırada yolumuzun sağ tarafında bir kitabe ile karşılaşıyoruz.
Büyük bir taş blok üzerinde yazılmış olan bu yazıt Kanlısırt
Kitabesidir.
Buradaki çarpışmalarda çevre topraklar
akan kanlardan kıpkırmızı kesilmiş, bu nedenle de buraya bu isim
verilmiştir, üzerindeki yazılarda bu bölgede meydana gelenleri
açık bir şekilde anlatmaktadır. Türk ordusu burada 10.000 askere
yakın şehit vermiş ve tarihte acı bir sahne olarak yerini
almıştır. Gezmiş olduğumuz Kanlısırt siperlerinin birbirine
olan yakınlıkları nasıl bir savaş olduğunu yada gerçekten bu
insanlar savaşabiliyorlar mıydı? Soruları kafamı iyice
kurcalamaya başlamıştı. Her sahnesi ölüm kokuyordu. Kazananın
ve kaybedenin o dakikada anlarla değiştiği bir yer. Bu
düşüncelerimi doğrularcasına az sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün
bir kitabesi çıkıyor karşıma. Şöyle diyor:
“Siperler
arasındaki mesafe 8m, ölüm muhakkak. Öndekiler düşüyor,
siperdekiler ölenlerin yerine geçiyor, fakat imrenilecek bir
tevekkülle, bilemezsiniz. Bomba, şarapnel ve kurşun yağmuru
altında öleni görüyor, üç dakika içinde öleceğini biliyor,
en ufak bir çekinme sarsılma yok. Okuma bilenler Kur’anı Kerim
okuyor, cennete gitmeye hazırlanıyor, bilmeyen tekbir ve şehadet
getiriyor, ezan okuyarak yürüyorlar. İşte Türk askerindeki bu
ruh kuvveti tebriğe değer bir örnektir. Emin olasınız ki
Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur”
Atatürk’ün
bu yazısı bana, Anzakların neden burada savaştıklarını
bilmediklerini düşünürken, Türk askerlerinin de neden burada
savaştıklarını bildiklerini anımsattı.Dedim ya SAVAŞ VE
ONUR!!! 57. Alay şehitliği ziyareti sonrasında gözlerde yaşlar ve
yoğun duygular ile yokuşu tırmanarak Mehmetçik parkı ve
Conkbayırı'na varıyoruz. Yüksek tepelerden Anafartalar ve
Çanakkale Boğazı gözlemlenebilmektedir. Bu tepede Atatürk’ün
unutulmaz sözü bir kez daha hatırlatmaya gerek var sanıyorum.
“Ben size taaruzu değil ölmeyi emrediyorum”.
Yönümüzü
Gelibolu yarımadasının güneyine Alçıtepe ve Seddülbahir
cephesine doğru çeviriyoruz. Yaklaşık 20km lik bir yoldan sonra
Alçıtepe köyüne varıyoruz. Bu köyün eski adı Kirte'dir.
Köylülerin anlattıklarına göre burada önceleri bir Rum Köyü
bulunmaktaymış. Savaş başlayınca burası harabe haline gelmiş.
Atatürk 1930'lu yıllarda Balkanlardan gelen göçmenlerin bir
kısmını buraya yerleştirerek buraları yeniden hayata
kazandırmış. Köylüler o yıllardan sonra 1970'lere kadar
Çanakkale Savaşı artıkları olan savaş malzemelerini tarlalardan
toplayıp hurdacılara satarak geçinmişler. Bugün bile hâlâ bu
köy civarındaki topraklardan kurşun ve gülle çekirdekleri
çıkmaktadır. Çanakkale'de bir metrekareye 6000 mermi
düşmüştür.
Köye girmeden önce sol tarafımızdaki
garnizon hemen dikkatimizi çekiyor. Bu bölge tarihe Kirte Savaşları
olarak geçen kanlı çarpışmaların odak noktası olmuştur. Bu
savaşlarda binlerce Mehmetçiği şehit vermişizdir. Bu mevki,
burada yaşayan köylülerin çevreden topladıkları 10 bin
civarındaki şehit kemiklerini bir araya getirerek Nuri Yamut
Anıtı'na gömdükleri yerdir.
Alçıtepe köyünde
bulunan Son Nokta Anıtı da görülebilir. Kaçan düşman
askerlerine atılan son kurşun burada sıkılmıştır. Bu sebeple
burada bir anıt yer almaktadır.
Alçıtepe’den
Ertuğrul koyuna doğru hareket ediyoruz. Ege denizi kıyıları
tekrar belirmeye başlamıştı.
Heles Anıtı, savaşta ölen
İngiliz askerlerinin anısına dikilmiş olan büyük anıt ziyareti
sonrasında Ertuğrul Koyu'nu kuş bakışı görebilen hakim bir
tepeye geliyoruz. Tam karşımızda Seddülbahir Kalesi var. Hatta
dikkatli bakıldığında kalenin yanında İlk Şehitler Anıtı'nı
da görmek mümkün. Yahya Çavuş anıtı, burası 25 Nisan sabahı
düşman askerlerinin çıkartma yaptıkları önemli yerlerden biri.
26. Alaya bağlı 10. Takımın askerleri burada düşmanı 24
saatten fazla tutarak bir destan yaşmışlar. İşte 67 arkadaşı
ile Yahya Çavuş un çarpışarak şehit düştükleri yer
burası.
Buradaki anıt 1962 yılında inşa edilmiş.
1993 yılında Kültür Bakanlığınca yeniden yapılmıştır. Az
ileride şehitlikler de görülmektedir. Ayrıca burada ayakta
kalmayı başarmış birkaç tabyanın arasında Alman yapımı bir
topu da inceleyebilirsiniz.
Yahya Çavuş anıtından yola sağ tarafa saparak devam ederken az sonra Seddülbahir köyüne giriyoruz. Köy tarihi bir kimliğe sahip olup, IV. Mehmet döneminden kalma bir kale ile İlk Şehitler anıtını barındırıyor. Yolumuz sahil boyunca devam ederken Çanakkale boğazına giren çıkan gemileri de gözlemlemeye başladık. Artık dönüş yolculuğu başlamıştı. Biz sağa Morto Koyu'na doğru dönüyoruz. Eski Hisarlık Tepesine doğru bir kavis çizen bu koy, 25 Nisan kara çıkartmasında Fransız askerleri tarafından işgal edilmiş. Burada o kadar çok ölü bırakmışlar ki bu koya, Morto (Ölü) adını vermek zorunda kalmışlar. Morto Koyunu dikkatli gezerseniz suyun içinde hala eriyik halinde maden parçaları bulabilirsiniz. Morto Koyu'na girdiğimiz yolun tam solunda, Morto Koyu'nun tam karşısında kalan tepede beyaz bir kule göreceksiniz. Burası 1929 yılında Fransızlar tarafından, Çanakkale çarpışmalarında ölen askerleri için yaptırdıkları anıt mezarlıktır. Anıtta, Morto Koyu çarpışmalarında ölen 2.236 askerin adları yer almaktadır.
Morto Koyu'na girdiğimiz yoldan düz devam ediyoruz. Hisarlık Tepesine doğru tırmanarak birkaç viraj sonrasında, Çanakkale Şehitler Abidesine geldik. Devasa yapıt yoğunlaşmış olan duygularımızı doruk noktasına çıkarıyor. Anıtın altında ve çevresinde sereserpe yatıp biraz havasını biraz geçmişi kokluyoruz. 1954 yılında yapımına başlanan ve 1960 yılında tamamlanan bu anıt tüm Çanakkale Şehitlerimiz adına inşa edilmiştir. Bu hakim tepe üzerinden hemen birçok yerden görülmesi de Şehitlerimizi geniş bir çevreye hatırlatması bakımından bir hayli anlamlıdır. Çanakkale Şehitler Abidesinin hemen altında yine Çanakkale savaş hatıralarının sergilendiği bir müze mevcuttur. 1971 yılında Kraliçe Elizabeth tarafından açılan müzede, savaşta yabancı askerlerin üzerlerinden çıkan Kur'ân-ı Kerim, Şehit mektupları vb. bazı özel parçalar mevcuttur.
1992 yılında Kültür
Bakanlığınca Abide Şehitliği yanına yapıldı. 600 şehidimizin
isimleri ile temsili mezarlarının bulunduğu yer, düzenleme
bakımından gayet etkileyicidir.
“Ey bu topraklar için
toprağa düşmüş asker
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı
değer”
Akşam saatleri olmaya başlamıştı, rotamızı
Çanakkale Boğazını takip eden bir yol eşliğinde Mecidiye
Tabyası, Hamidiye Tabyası ve Namazgah Tabyalarını ziyaret ederek
son durak olan Kilitbahir’e çeviriyoruz. Denizin kilidi anlamına
gelen bu köyde Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan bir kale
yer almaktadır. Her zaman önemini koruyan Çanakkale boğazı
Osmanlı döneminde de belli ki koruma altına alınmış.
İki
gün boyunca Gelibolu Yarımadasını doyasıya gezebilmiştim. Her
tarafında bir söz, bir duygu, bir hüzün yaşanmıştı bu
topraklarda.Her sene anısına da “Şafak Törenleri”
düzenlenmiyor muydu zaten?
Şafak Törenleri, Şehitleri onurlandırmak adına her yılın Nisan ayının 25 inde şafak sökmeden önce, yurtlarından gelen binlerce Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve Türk "Anzak Günü Şafak Töreni" için bir araya geliyorlar. Bu tablo savaşın bittiği yıldan itibaren İlk önce Yeni Zelanda’da daha sonra Avustralya’da sonrada günümüze kadar süre gelen bir gelenek olmuştur. Tümü 90 yıl öncesine dayanan geçmişi şu satırlarda anıyorlar:
“Geride bıraktıkları bizler yaşlanırken
Onlar yaşlanmayacak
Güneş batarken
Ve yeniden doğduğunda
Onları hatırlayacağız.”
Mektuplar ve Gelibolu: Gelibolu’da yazılan günlük ve mektuplardan her biri savaşın ardından dünyanın dört bir yanına dağılmış durumda. Çoğu asker yakınlarının elinde, kimi müzelerde, ulusal arşivlerde veya gezi derneklerinde saklanmaktadır. Ayrıca koleksiyoncularda da bazı mektupların olduğu söyleniyor. Bulunan mektup ve günlükler bir savaşın etnik farklılıklarını da satırlarda ortaya koymuştur. Bulunan Türk günlük ve mektup sayısının Anzaklara göre oldukça düşük olduğu tespit edilmiştir. Bu da Osmanlı’da okuma yazma oranın düşüklüğü (%5), ikinci kuşağın Osmanlıca yazıyı çözememesi ve değerlerinin anlaşılamamış olması mektupların kaybolup gitmesine neden olmuştur.
Bir mektupta anlatılanlar beni çok etkilemişti. Bu sebeple bu başlık altında bu duygumu sizlerle paylaşmak istedim. 24 Mayıs 1915 birkaç saatliğine ateşkes yapılıyor. İki tarafın birbirini ilk defa yakından tanımak için şansı oluyor. Siperlerinden çıkıyorlar, birbirleri ile konuşmaya, anlaşmaya çalışıyorlar. Birbirlerine sigara verip ateşlerini yakıyorlar. Yemeklerini paylaşıyorlar. Sonrası mı?.ÖLÜM.
Savaş ve Onur bu topraklarda yaşanmıştı.
Hepiniz sevgiyle kalın…
Melih Eriş